Moralim düzelsin diye bayramı izleyen hafta sonu bisikletle dikiliye gitmeye karar veriyorum. Saat 5.10da Çanakkale yolunda Ege Pedalla buluşacağım. Tam planladığım gibi yarım saat gecikmeyle 5.40da beni alıyorlar. Dikiliye gidiş beklentilerimin çok üzerinde bir serilikle başlıyor. 23 km sonra Buruncukta ki çorbacıda kahvaltı için ilk molayı veriyoruz. Yolda tuhaf sakallı 58 yaşında ki Hüseyin Bey ve Bayram'ın çarpışmaları Hüseyin Bey'in düşmesi ile sonuçlanıyor. Hüseyin Bey dramatik bir şekilde dizini gösterip herkesi, bana göre sıyrılma olan yarasıyla tanıştırdıktan sonra eczaneye gidip dizine pansuman yaptırıyor. Ben ondan rol çalıncaya kadar düşme ve yaralanma olayına değinmeye devam ediyor, düşmesine sebep olan Bayram'ın yüzü kızardıkça kızarıyor.
7.00de yine yola koyuluyor ve 9.30da yeni şakranda yarım saatlik bir börek molası daha veriyoruz. Bu bisikletçiler pedallamıyorsa mutlaka ya yiyordur ya içiyordur. Yenişakran'dan ayrılalı 10km olmadan ilk lastiği patlatıyoruz. Tekrar yola koyulduktan kısa bir süre sonra Bergama yolundan ayrılıp, Dikiliye daha kestirme olan tali bir yola giriyoruz. Yolun buraya kadar ki kısmı patlayan lastiklere, parçalanan dizlere(!) rağmen son derece hızlı gerçekleşti.
Çay molası için köy kahvesinde durduğumuzda tam 70. km deyiz. Çay içerken bize 10 km daha kestirme olan toprak bir yoldan bahsediyorlar. Kahvede ki birkaç kişi o yolu takip edersek yolumuzu bulamayacağımızı iddia etse de uzun süredir taş döşeli yollarda pedallamaktan bıkkınlık duyanlara yolun toprak olması, başka birkaç kişiye de yolun 10km kısalması cazip geldiğinden bu yolu tercih ediyoruz. Etraflıca tarif almamıza rağmen köyün içinde daha 500mt bile gitmeden bir yol ayrımında durup nereden gideceğiz diye düşünmeye başlıyoruz. O sırada Bayram yine lastiği patlatmış. Tamir için uğraşırken bize yolu tarif eden arkadaş geliyor ve Emreyi yolu göstermek üzere motoruna alıyor. O geri dönünceye kadar Bayram jantını, kalın siboplu iç lastik için delik açtırmak üzere demirciye götürüyor. Temizlenmeyen jant parçaları Dikili'ye kadar sorun yaratmayacak ama Bayram tur boyunca lastiği 3 kere daha patlatacak.
Kahvede ki arkadaşın yardımları ve talimatı ile toprak yola giriyoruz. 1 -2 km kadar gittikten sonra ilk gördüğümüz kanalda, tarifte ki Azmak konusunda anlaşmazlık yaşıyoruz. Geri dönüp azmak sandığımız köprüye kadar ilerliyoruz ki karşıdan gelen araç şoförü, gördüğümüzde sağa dönmemiz gereken azmağın orası olmadığını söyleyerek imdadımıza yetişiyor. O yolun üzerinde hiç bir yere sapmadan –sapacak ayrım da olmadığından- geniş bir kanal yolu dikine kesene kadar ilerliyoruz. Dönüş noktasında Hüseyin Bey “bunun yerine baştan asfalta çıkacak olsaydık şimdiye kadar çoktan dikili ayrımına varmıştık” diyecek oluyor ama kimsenin yorum yaparak taraf olmasına izin vermeden, muhtemelen oldukça da sert bir ses tonuyla “geçmişe yönelik olasılık hesapları yapmayalım, buradayız artık, yolumuza bakalım” deyince arkadan yetişenlerle birlikte yolumuza devam ediyoruz. Kimse gıkını çıkarmıyor, Hüseyin Bey en önde açık ara farkla ilerliyor.
Grup içinde provokatörlere yer yok. Bu tarz spekülasyonlar insanları taraf tutmaya iterek grup içinde ayrılık yaratmaktan başka işe yaramıyor. Zira öğlen vakti saat 12.30, o an itibarı ile 7,5 saattir yoldayız, yaklaşık 4,5 saattir pedal basıyoruz, hedefe yaklaştıkça sabrımız azalıyor, yorgunluk kendini öfke olarak göstermeye başlıyor. Değiştiremeyeceğimiz sonuçlar için bu öfkeyi körüklemek insanları birbirine düşürmekten başka bir işe yaramayacak.
Yolun bundan sonrası daha taşlı, daha kumlu. Zaman zaman toprağa gömülü iri taşlar, zaman zaman kalınlaşan kum tabakası sürüşümüzü engelliyor. Bu bozuk yolda ortalama 14km/sa olan hızımızın 11km/sa e kadar düştüğü oluyor. Önümde yusuf beyin oğlu apo, Hüseyin bey ve bayram gözden kayboluyor. Arkamda kiler verdikleri ihtiyaç molası sebebiyle epey geride kaldı, görünmüyorlar. Taşlar yüzünden ayağım sürekli pedaldan kurtuluyor, pedalı tekrar buluncaya kadar bisiklet iyice yavaşlıyor, bir yandan taşların üzerinde hoplaya zıplaya, seke seke ilerlerken alperin amortisörlü bisikletle bu yolda ne rahat ettiğini düşünüyorum. Bir anda taşlı yol bitiyor, önümde toprak üzerinde hafif kumlu bir yol beliriyor, ayağa kalkıp pedallara yükleniyorum. Kişisel şovum uzun sürmüyor, 10sn geçmeden, yeterince erken fark edemediğim kalın bir kum tabakasına önce bisikletin tekeri sonra ben gömülüyoruz. Bisikletle birlikte 40-50 cm sürükleniyorum, dirseğim ve kolum kalın taneli kum üzerinde fren vazifesi görüyor, sağ bacağım bisikletin altında eziliyor, sol bacağım aktarıcıya, pedala –dümdüz kadro dururken- bisiklet üzerinde bulabildiği tüm sivri parçalara tek tek çarpıyor, gidon sağ elime gömülüyor ve aksiyon kaskımın, içinde kafamla birlikte, bir yerlere çarpması ile son buluyor. İlgi umudu ile arkamı dönüyorum, görünürde kimsecikler yok. Yakınamadan bisiklete atlayıp, bu sefer seleye oturarak ve daha insani bir hızda yoluma devam ediyorum. 10 dakika boyunca iri çakıl taşları üzerinde bisiklet tıngırdadıkça dirseğimden ılık ılık akan kanı hissederek, ana yola varıyorum. Bizimkiler orda bir ev bulmuşlar, bahçesinde kuyusu, incir ağacı, gölgesinde sedir… Temizlenip, dinlenip, sularımızı doldurup, çoğunu Hüseyin beyin toplayıp ikram ettiği incirleri yiyip yola çıkıyoruz.
Buradan Dikili kavşağına sadece 2-3km var. Pansiyona kadar tam 94km yapıyoruz. Saat 13.50. Fazla vaktimiz yok. Selman Bey geliyor, akşamüstü başlayacak festivalde bisikletlerle korteje katılacağız. Akşam yemeği için çağ kebabı ve rakı siparişlerimizi verip pansiyondan ayrılıyoruz. Bir dolu çocuk mu canavar mı anlayamadığımız yığının içinde buluyoruz kendimizi. Onlarla yaptığımız 30 dakikalık dikili turu çok eğlenceli ama ben yine de bir kaçamak yapsam pansiyona kendimi atsam diye umut ediyorum. Bu tırtıklı yol kolumun tekrar kanamaya başlamasına sebep oluyor. O yaramaz diye nitelediğim çocuklardan hiçbir farkım olmadığını kanıtlarcasına yaradan sızan kanı boş su şişesinin içine doldurmaya çalışıyorum. Eğlenceli çabam arkamda duran 112 ekibince fark ediliyor ve bana pansuman yapılıyor. Kortejin en faydalı “iyi ki korteje katılmışım” anı bu.
*****
Ertesi sabah Bayramın patlayan lastiği bir kez daha tamir ediliyor ve saat 10.30da hesabı kapayıp kahvaltı yapmak üzere merkeze gidiyoruz. Ne yazık ki kahvaltı yerine varamadan benim lastiğin patlak olduğu müjdesini veriyor Alper.
Aynı turda lastiği 8 kere patlatan ve aynı serilikte onaran arkadaşlar var grupta ama benim lastiğimin patlaması bile ayrı macera! İç lastiğin patlamasının sebebi dış lastiğin çıkan teliL Bayram pansiyonda bıraktığı eski dış lastiği getirmeyi teklif ediyor. Patlayan arka lastik olmasına rağmen, yolda patlarsa değiştirmesi kolay olsun diye sorunlu dış lastiği öne takmaya karar veriyoruz. İşlem tamamlanıyor lastiklere hava basılıyor, tam hareket edecekken ön lastiğin daha şimdiden patlamış olduğunu görüyorum. Bununla uğraşırken vakit kaybetmeyelim diye kahvaltımızı aponun getirdiği poğaçalar ile orada yapıyoruz. Dış lastik janta uyumlu olmadığından iç lastiği sıkıştırmış ve lastik bir kaç yeren yarılmış. Bu sefer çok uğraşmadan lastikçiye gidiliyor yeni bir iç ve dış lastik alınıyor.
11,35de yola çıkabiliyoruz. Öğlen sıcağının ve bir gün önce ki yorgunluğun ardından geldiğimiz kadar ki kadar seri hareket edemiyoruz. Yola çıktıktan çok kısa bir süre sonra bayramın lastik patlıyor, hemen ardından Alper'in şekeri düşüyor, bir benzincide duruyoruz. Marketi olmamasına rağmen ihtiyaç molası falan derken toparlanmak 15 dakika sürüyor. 1-
Her mola yerini terk ederken bundan sonra uzun süre mola vermeyeceğiz desek de art arda patlayan lastikler buna engel oluyor ya da benim geride unuttuğum sırt çantam… Benim için turun en utanç verici yanı da böylelikle gerçekleşmiş oluyor. Çantanın bulunması için Emre görevlendiriliyor ama çantayı yemek yenen yerde değil de köyde unuttuğumu fark edince Alper'in benzincide ayarladığı bir araç ile Günay ağabeyi de alarak yola çıkıyorum. Emreyi yarı yolda yakalayıp geri yolluyoruz.
Rüzgâr beklentilerin aksine tam karşıdan geliyor dönüş yolunda, bu yüzden hızımız epey düşük. Dur kalklarla birlikte ortalama 16,5km lerdeyiz. Saat 16.00da yani 4,5 saatte yolun yarısını bile alamamış olmak herkesin canın sıkıyor, morallerimiz bozuk. Bu saatten sonra vereceğimiz tüm mola sürelerini patlayan lastikleri tamir etmek için kullanıyoruz, lastik patlamadıkça durmak yok! Ne var ki tur boyunca sabah ki dahil 12 kere patlıyor lastikler.
Aliağa’dan sonra rüzgarın arkadan gelmeye başlamasıyla ortalama hızımız saatte 27-28km lere çıksa da iki günün yorgunluğu ile arka arkaya gelen rampalarda zorlanıyoruz. Bundan iki ay önce yapılan Çakmaklı turunda rampalarda zorlandığı ve düz yolda bile düştüğü için Günay Bey'in Figen’i Çakmaklı koyuna kadar bir araçtan diğerine bindirerek gönderdiğini hatırlayarak, Aliağa yokuşlarında ki performansından ve hırsından dolayı kıza hayran kalıyorum. Hayranlığımın nazarı değmiş olacak ki son rampada Figen’in de lastiği patlıyor ve girdiğimiz benzincide unuttuğum çantanın sebep olduğu gecikmenin özrü olarak herkese birer maximus alıyorum. Eve 40km kaldı, kendi çikolatamı 20km kala ödülü olarak yemeyi düşünsem de her 5 km de patlayan lastikleri tamir etmek için verdiğimiz molalar yüzünden iradem iyice zayıflıyor. Menemen'e 10km kala çikolatama teslim oluyorum.
Rüzgârın arkadan gelmesi son 50km de ki performansımızı arttırsa da, 100km lik yolu saat 21,30da yani yola çıktıktan tam 11 saat sonra tamamlıyoruz!
:)o gün kaç kere patlattım bende bilmiyorum. izmire döner dönmez lastiklerimi değiştirdim.en çok herkesin senin yüzünden beklemesi rahatsız ediyor bu durumlarda.yapacak bişey yok lastik bayram işte:)
YanıtlaSil