Yarışla
ilgili tüm araştırmalar, forum siteleri, akıntı ve parkur bilgileri, kerteriz
ve strateji belirlemeler sonrasında bu yılki yarışta yeni bir uygulamaya
gidildiğini öğreniyoruz. Start alanında arka arkaya 3 adet duba olacak, ilk
duba antenin solunu kerteriz alıyor, ikincisi anteni, üçüncüsü antenin sağını.
Yarışçılar bu dubaların solundan geçecek, anteni kerteriz alarak tam karşıya yüzmek
yerine bayrak direğini kerteriz alıp sağa doğru kayanlar dubaların sağında kalacağı için diskalifiye olacaklar.
Start
verildikten sonra ben, iyi yüzücülerin arasında kalmamak için triatlonda
yaptığım gibi bir kaç dakika kıyıda bekliyorum. Bu sırada yarışa başlayanların, dubaların hemen karşısından suya girmek yerine, kıyıda 100 metre daha koşup,
dubaların epey soluna geçmelerine bir anlam veremiyorum. Kıyılarda ters akıntı
olduğu söyleniyordu, bu durumda bu insanlar akıntıya karşı mı yüzmeyi
hedefliyor? Bir süre kendime suya girecek yer beğenemiyorum. Hemen dubanın
karşısından gireceğim ama bu kadar insanın bir bildiği olmalı. Diğerleri gibi
100 metre daha ileriye gidebilirim ama çip çoktan okundu, zaman kaybediyorum. (burada tasarruf ettiğim 30sn nin akıntıda bana 40 dakikaya mal olacağını henüz bilmiyorum) Artık bir noktadan başlamak gerek diyerek ilk dubanın az solundan Eceabat’ın
ılık sularına kendimi bırakıyorum. Bıraktıktan iki üç kulaç sonra, insanları yönlendirmek
için, daha doğrusu “buradan geçmeyin” demek isteyen, kıyıya paralel çekilmiş yosunlu pis ipe
dolanıyorum. Suya sonlarda girmenin bir faydası da bu: arkamda rezil olacak kimse
yok. Üç duba boyunca daha nelere dolanacağımı bilmeden yarışa başlıyorum.
650 kişiyi
daracık bir kanala sokup," hepiniz dubanın solunda kalacaksınız" dendiğinde ben
böyle bir izdiham yaşanacağını düşünmemiştim. İlk dubaya ulaşmak en kolayı
oluyor ama kıyıdan açıldıkça akıntı kuvvetlenip bizi güneye Kilitbahir’a, dubalarında sağına doğru
sürüklüyor. Ne var ki dubanın sağında kalırsak diskalifiye olacağız düşüncesi
ile onlarca insanla beraber sürekli sola, kuzeye, bilmeden akıntıya karşı yüzüyoruz. Akıntı
sürüklüyor biz inatla dubanın soluna yüzüyoruz. Kollar bacaklar birbirine
giriyor, insanlar birbirinin üzerinden, altından geçiyor. İkinci dubaya
yaklaşıncaya kadar sağımda solumda birilerini gördüğümde nezaketle durup bekleyen
ben, 100 metre ötemizde olduğu halde bir türlü varamadığımız ikinci dubayı
yakalama paniğiyle, kimseyi umursamamaya başlıyorum. Diğer umursamayanlardan
biri arkamdan ayağımı çekiyor, bir diğeri yanımdan geçerken böğrüme diresek
atıyor, suratıma bir yumruk yerken o hengamede çip ayağımdan çıkıyor! Yarış kurallarında çipi kaybeden
diskalifiye olur diyordu, durup sarkan parçayı, hala bileğimde olan kısmına tıkıştırıyorum. Bunu, her durduğumda akıntının beni ne kadar geriye attığını bilmeden, yarış süresince defalarca yapacağım.
İkinci
dubayı güç bela geçerken sağ tarafımda, yaklaşık 50 metre ileride, hiç birinin dubanın
solunda kalmak için çaba harcamadığı, onlarca insan görüyorum. Üçüncü duba ise
bitmek bilmeyen bir mücadeleye dönüşüyor bizler için. 100 metre ileride
gördüğümüz duba hiç yaklaşmıyor. Kıyıdan bakınca son dubanın diğer dubalara göre
biraz daha bayrağa-Çanakkale’ye doğru yerleştirildiğini gördüğümden o sırada
Çanakkale’ye doğru yüzdüğümü sanıyorum. Öncelikli hedef 3. dubanın solundan
geçmek olduğundan dağlara bakıp anten ne tarafta kaldı diye aranmak aklıma gelmiyor. Balonu takip etmek zor gelince, daha önce burada böyle bir kerteriz noktası görmediğimi düşünerek, tepenin
üzerine yerleştirilmiş radarı kerteriz almaya karar veriyorum. Sağdan nefes
aldığım için sol tarafta olan bitenden habersizim. Bir ara kafamı çevirip
Çanakkale’ye ne kadar yaklaşmışım diye kontrol etmek istiyorum. Solumda binalar
görüyorum ama Eceabat'a yaptığım iki feribot seyahatine rağmen Çanakkale’den önce böyle bir
yerleşme olduğunu hatırlayamıyorum. Son 20 dakikadır 100 metre ötemde duran dubaya
yetişemedikçe benim değil, akıntıyla dubanın sürüklendiğini sanıyorum.
Yarış
öncesinde akıntının nereden geldiğini hepimiz çok iyi öğrenmiştik ama dendiği
gibi “akıntıyı hissedeceksin, sürüklendiğini anlayacaksın kısmı külliyen hata.
Yüzerken insan akıntının sürüklediğini anlamıyor, sadece biliyor, acemiyse bilmiyor... 27 yıldır bu
işi organize eden Çanakkale Rotary’nin yöneticilerinin bizi 40 dakika boyunca
akıntıya karşı yüzmeye zorlayacak böyle bir hata yapabileceği aklımın ucuna
bile gelmiyor. Birçok yarışçının neden dubaların hizasını 50-100 metre geçtikten
sonra suya girdiğini ancak bu mücadele sona erdiğinde anlayacağım. Dubayla
aramda hala 100 metre varken teknelerden birindeki görevli “artık antene doğru
yüzün, dubayı bırakın” deyinceye kadar nasıl bir durum içinde olduğumu
anlamıyorum. Yön belirlemek için durup, yaklaşık 40 dakikadır suyun içinde
çırpındığımdan, çoktan geçmiş olduğumu zannettiğim anteni arıyorum. Start
alanında karşımda olan direk şu anda açık ara sağımda. Arkamı dönüyorum:
Eceabat plajından sadece 200 metre kadar açılmışken start alanından 200 metre
kadar kuzeye doğru yüzmüşüz. Son 40 dakikadır 3. dubanın peşinde Çanakkale
yerine Marmara'ya doğru yüzen yüzücülerin birçoğu durumu anlayınca teknelere
biniyor. 90 dakikalık cut off süresini aşacağımı düşünerek ben de binmek
istiyorum çünkü yarım saat içinde Çanakkale'ye varmış olurum diye düşünürken, en
iyi ihtimalle 10 dakika sonra ancak yarışa başladığımız noktaya gelebileceğim!
Ama tekne bulamıyorum…
Ve yarışa
başladıktan 30-40 dakika sonra, start alanının sadece 200mt açığından ve ne yazık ki 200
metre kuzeyinden, ilk başta planladığım gibi önce anteni, sonra
bayrağı, sonra stadyumun direklerini kerteriz alarak, akıntı beni Kilitbahir'a atmadan finishe ulaşma şansım olup
olmadığını bilmeden, bütün gücümle akıntıya karşı yüzmeye başlıyorum. Stadyum
direğini kerteriz almaya başladığımda hala Eceabat kıyısına daha yakınım ve hala kıyıya paralel değil dik yüzüyorum. Çanakkale boğazının tam orta yerinde, yapayalnız yüzerken, finish
alanı ile bir türlü aynı hizaya gelemediğim için daha çok panikliyorum. Akıntı beni boğazın dışına
atıyor ve ben periyodik olarak aynı şeyleri düşünüyorum:" Ulaşamayacağım", "Çok mu
aşağıda kaldım?", "Tekneler nerede? Neden beni almaya gelmiyorlar?", "Diğer insanlar nerede? benden daha aşağıda kalan var mı?", "Allahım, en sondayım!", " Sonuncuysam, cut off a da girdiğime göre artık tekneye çıkayım, neden gelip beni almıyorlar?", "Yok,
sonuncu olabilirim ama teknede değilim, ulaşabilirim, daha hızlı yüzmeliyim". Ara sıra
nerede olduğumu, finish alanının yukarısına geçip geçemediğimi kontrol etmek ya da çipi ayağıma dolamak için duruyorum ve her duruşumda boğazın çıkışına doğru
5-10 metre sürükleniyorum. Bunu dendiği gibi hissetmiyorum, kerteriz
noktalarına bakarak anlayabiliyorum.
O kadar uzun
süre yalnız yüzüyorum ki herkesin beni geçtiğinden, geçmeyen herkesin de
teknelere bindiğinden emin, bir teknenin de gelip beni almasını bekliyorum. 90
dakikadan sonra feribot geçişi başlayacak. Tekneler beni almaya gelmediklerine
göre beni göremiyorlar. Ya feribot ve büyük gemiler de beni görmezse? Ya bana
çarparsa, ya pervanenin girdabına girersem? Deniz anaları, ağzımın içinden
çıkmayan dalga, suyun içinde asılı duran ve geçerken bana takılan kocaman
yosunlar, yalnız kaldığım süre uzadıkça
beni ürkütmeye başlıyor, kimse beni almaya gelmiyor…
Finish alanının bulunduğu cepte oluşan ters akıntı ile son 100 metresi zulüm olan bir mücadele ile 1:38:24 de kıyıya ulaşıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder