10 Eylül 2013 Salı

Halka Teorisi: Yanlış bir şey söylemekten nasıl kaçınılır* (Susan Silk ve Barry Goldman)

Her türlü krizde işe yarar: tıbbi, yasal hatta varoluşsal: Halka Teorisi. İlk kural teselli etmek “in” saçmalamak “out”.

Susan göğüs kanseri olduğunda, birçok saçma söz duymuştuk ama favorimiz Susan’ın iş arkadaşından geldi. Ameliyattan sonra Susan’ı ziyaret etmek istedi (buna ihtiyacı vardı) ama Susan ziyaretçi kabul edecek durumda değildi ve bunu ona söyledi. İs arkadaşının cevabı mı? “Bu sadece seninle ilgili değil”

“Değil mi?” diye sordu Susan şaşkınlıkla, “Benim göğüs kanserim beni ilgilendirmiyor? Seni mi ilgilendiriyor?”

Aynı konu arkadaşımız Katie beyin anevrizmasına yakalandığında tekrar gündeme geldi. Uzun süre kaldığı yoğun bakım ünitesinden sonunda çıkmıştı. Artık monitör, kablolar ve tüplerle kaplı değildi ama hala kötü görünüyordu. Arkadaşı gelip onu gördü ve Katie’nin kocası ile hole çıktı. “buna hazır değildim” dedi. “Bununla başa çıkabileceğimden emin değilim”  

Bu kadın Katie’yi seviyordu ve içinden geleni söyledi. Katie’nin o durumda ki görünüşü onu derinden etkilemişti ama bu söylenmeyecek bir şeydi. Ve Susan’ın iş arkadaşının lafı ne kadar yanlışsa bu da aynı şekilde yanlıştı.

Illustration by Wes Bausmith

Susan, insanların bu hatadan kaçınmasına yardım etmek için basit bir teknik geliştirdi. Her türlü krizde işe yarar: tıbbi, yasal hatta varoluşsal: Buna Halka Teorisi adını verdi.

Bir çember çizin. Bu merkez halka. Bu halkanın içine bu travmanın merkezinde ki kişinin adını koyun. Katie’nin anevrizmasında bu kişi Katie.  Şimdi ilk halkanın etrafına daha geniş bir halka daha çizin. Bu halkaya, travmaya sonraki en yakın kişinin adını koyun. Katie nin durumunda bu kişi Katie’nin kocası Pat. İşlemi gerektiği kadar tekrar edebilirsiniz. Her bir geniş halkaya bir sonraki yakın kişinin adını koyun. Uzak akrabalardan önce ebeveynler ve çocuklar. Yakın arkadaşlar daha küçük halkalarda, daha az yakın olanlar daha büyük halkalarda. İşiniz bittiğinde bir Mızmızlanma Düzeneğiniz olmuş olacak. Susan’ın hastalarından biri onu buzdolabına yapıştıracak kadar yararlı bulmuş.

İşte kurallar: halkanın merkezinde ki kişi istediği şeyi kime ve nerede isterse söyleyebilir. Mızmızlanabilir, şikayet edebilir, sızlanabilir inleyebilir ve lanet edebilir: “hayat adil değil” ve “neden ben?” Bu, merkez halkada olmanın ayrıcalığıdır.

 Herkes buna benzer şeyler söyleyebilir ama sadece daha geniş halkada kilere.

Kendi halkanızdan daha küçük halkadaki biriyle konuşurken yani kriz merkezine yakın halkadaki biriyle, amaç yardım etmektir. Dinlemek, konuşmaktan genellikle daha yararlıdır. Ama illa ağzınızı açacaksanız, kendinize, söylemek üzere olduğunuz şeyin teselli edici ve destek sağlayıcı olup olmadığını sorun. Değilse, söylemeyin. Örneğin asla nasihat etmeyin. Travmadan muzdarip insanların tavsiyeye ihtiyacı yoktur. Teselli ve desteğe ihtiyacı vardır. O yüzden “üzgünüm” veya “bu senin için gerçekten çok güç olmalı” veya “sana rosto getirmemi ister misin?” deyin. Asla “bana ne olduğunu duyman lazım” ya da “senin yerinde olsam bak ne yapardım” demeyin. Ve asla “bu beni yıkıyor” demeyin.

Ağlamak çığlık atmak ya da şikayet etmek istiyorsanız, eğer birine nasıl da şok olduğunuzu ya da berbat hissettiğinizi anlatmak ya da bunların size son zamanlar da başınıza gelen hangi korkunç şeyleri hatırlattığı konusunda sızlanmak istiyorsanız, tamam. Bu çok doğal bir tepkidir. Sadece bunu daha geniş halkada kine yapın.

Tavsiye “in”, saçmalık “out”

Arkadaşının, Katie’nin kötü görünüşüne hazırlıklı olmadığını ya da hatta bununla nasıl başa çıkacağını bilmediğini söylemesi ile ilgili anormal hiç bir şey yoktu.  Sorun bunu Pat e söylemiş olmasıydı. Saçmaladı.

Sizinkinden daha küçük halkadaki birine şikayette bulunmak sizi daha iyi yapmaz. Diğer taraftan, hastanın refakatçisine destek vermek hasta için yapabileceğiniz en iyi şey olabilir.

Bunu çoğumuz biliriz. Hemen hiç kimse hastaya ne berbat göründüğünü söylemez.  Hemen hiç kimse ona bakmanın kendilerine hayatın kırılganlığını ve ölümün kendilerine ne yakın olduğunu hatırlattığını söylemez. Diğer bir deyişle, merkez halkada kine söylenmemesi gerekeni biliriz. Halka Teorisi sadece bu sezgileri genişletir ve daha somut bir hale getirir: Sadece merkezdekine değil sizden daha küçük halkalarda bulunan herkese karşı saçmalamaktan kaçının.

Unutmayın, sizinkinden daha büyük bir halkada bulunan birine rastlamayı beklediğiniz sürece istediğinizi söyleyebilirsiniz.

Ve telaşlanmayın. Merkez halkadaki yer için sizin de sıranız gelecek. Buna güvenebilirsiniz.

*How not to say the wrong thing


3 Eylül 2013 Salı

Çanakkale Boğaz Yarışı İçin Naçizane Öneriler

Çanakkale boğaz yarışına katılabilecek donanıma sahip herhangi bir yüzücüye, özellikle uzun mesafe yüzme konusunda tavsiyeler verecek konumda bir sporcu değilim ama aceminin derdinden acemi anlar zihniyetiyle ve tamamen iyi niyetle, yarış öncesi arayıp bulamadıklarımı, bulsaydım farklı olurdu diye düşündüklerimi burada yazmaya karar veriyorum.

Çanakkale’nin akıntı bilgilerine hem Çanakkale Rotary’nin yarış bilgileri sayfasından hem de Turgut Esen’in yüzüyoruz.com da yaptığı paylaşımlardan ulaşmak mümkün. Kendi adıma Turgut Esen’in tecrübeleriyle ilgili paylaşımlarının benim yegane kılavuzum olduğunu söyleyebilirim. Ne var ki bilen insanların, bilmeyen insanların bilgisizliğinin sınırlarını anlayamadıklarını düşünüyorum. Bazı şeyleri “bu da artık biliniyordur” diye düşünmeden, “Ya ben salak mıyım? Anladım!” dedirtinceye kadar her tür ayrıntıyı, bilmeyenin kafasına kaka kaka anlatmak gerekiyor bazen.

Ya da, keşke benim kafama biri kaksaydı…

Bu yarışa katılan herkesin bildiği gibi Çanakkale boğazında yüzey akıntısı Marmara’dan Ege’ye doğru akarken kıyılarda o kadar güçlü olmayan ters yönde bir akıntı söz konusudur. Start alanından antene doğru dikine yüzerken karşı kıyıya fazla yaklaşanlar bu ters akıntıda yüzerek finish alanına ulaşabiliyor. (Aynı güçte olmadığını ben “ulaşılabilir” olmasından anlıyorum)



Aşağıdaki ki resimde Rotary'nin gösterdiğ gibi, Eceabat’tan direk finishe yüzmeye kalkarsanız akıntı sizi finishe varamadan boğazın dışına atacaktır. Siz karşı kıyıdaki anteni kerteriz alıp dümdüz yüzdüğünüzü düşünürken gerçekte yay çizerek Çanakkale’ye doğru yaklaşıyor olacaksınız.


Eğer güçlü ve hızlı bir yüzücüyseniz, en önde başlamanızda sakınca yok. Ama bizler kendimizi abartmayı severiz, o yüzden bilgi niteliğinde belirtmek isterim ki swim smooth advance yani ileri seviyede bir yüzücüyü, 400mt yi 6 dakikanın altında yüzer diye tanımlıyor. 3000mt yi yaklaşık 1 saatte yüzen orta halli yüzücülere, suya girmek için ilk grubun uzaklaşmasını beklemesini öneririm. Mutlaka sizden daha hızlı ve sizden daha yavaş yüzücüler olacaktır ama önde başlayıp hızlı yüzücülerden tekme dirsek yemektense sakin bir suya girmek daha avantajlı. 

Ayak bileğinizde çip varsa bırakın öndeki yüzücülerle aranız açılsın. Unutmayın düz bir denizde ya da havuzda yüzmüyorsunuz. Kimse ne tarafa gideceğini bilmiyor olacağı gibi akıntının etkisiyle önceden belirlenen rotalarda ciddi sapmalar oluşacak, etrafınızda ki insanlar hiç aklınıza gelmeyecek yönlerde yüzerek sürekli önünüzü kesecekler. Duba etrafında biriken kalabalık durup beklemenize ve her bekleyiş akıntıyla birkaç metre daha sürüklenmenize sebep olacaktır.


Hızlı bir yüzücü olmadığımdan ben bu yarışa katılırken süreyi değil bitirmeyi hedef alıyorum. Keşke biri bana bunun hata olduğunu söyleseydi. Bu kadar güçlü bir akıntıda yavaş yavaş kıyıya ulaşma lüksünüz ne yazık ki yok. Bazı forum sitelerinde enerjinizi son 500 metredeki kıyıdan gelen ve sizi finishin sağına atan kuvvetli akıntıya karşı koymak için saklayın diyen önerileri okuyorum. Bunu, ilk mesafeleri rahat yüzeyim ki sonlara enerjim kalsın diye yorumluyorum. O yüzden özellikle belirtmek isterim ki ilk 1km ya da 20 dakika olabildiğince hızlı yüzmek ve karşı kıyıya mümkün olduğunca yaklaşmak durumundasınız ki geri kalan mesafeyi kıyıya paralel yüzebilesiniz. Yoksa benim yaptığım gibi finish alanına 1000 metre kala hala Çanakkale boğazının orta yerinde, büyük bir panikle akıntıya karşı mücadele veriyor ya da daha kötüsü, sizi alacak tekneyi bekliyor olabilirsiniz.


Gelecek yıllarda, Rotary bu zekice uygulamada ısrar ediyor ve 3. duba uygulamasını hala sürdürüyorsa, duba sağınızda kalacak şekilde, mümkün olan en uzak noktadan suya girin. Dubaya doğru değil karşı kıyıya yüzün, İlk 200 metre akıntı az olduğundan muhtemelen ilk dubanın oldukça solundan geçeceksiniz, üzülmeyin. Bu sizi duba etrafında ki izdihamdan koruyacaktır. Diğer dubalara varıncaya kadar akıntı sizi nasıl olsa sürükleyip dubaların üzerine atacaktır. Bu şekilde, akıntıya karşı yüzeceğiniz mesafeyi en aza indirmiş olacaksınız.

Benim bir diğer yanılgım “karşı kıyıya 1-1,5km kadar dik yüzdükten sonra Çanakkale’ye yöneleceğim ve buradan sonra akıntıyı arkama alacağımdan rehavet içinde kıyıya ulaşacağım” oluyor. Bir kere akıntıyı tam arkadan almak diye bir şey yok. Bu bisikletçi yanılgısı: Bisiklette rüzgâr tam arkadan değil de hafif bir açıyla yandan da gelse size avantaj sağlar. Yüzerken de böyle olacağını sanıyorum, siz sanmayın: akıntı sizi finish alanına değil boğazın dışına sürüklüyor olacak ve siz bütün gücünüzle yukarıda kalmak için mücadele vereceksiniz. Kulaçlar zayıfladığı ya da yavaşladığı anda akıntı sizi ilerlediğinizden daha büyük bir hızla aşağı atacak. Anlayacağınız, yönünüzü nereye verirseniz verin zulüm hiç bitmeyecek.


*Resimler Çanakkale Rotary web sitesinden alınmıştır.

2 Eylül 2013 Pazartesi

2013 Çanakkale Boğaz Maratonu

Yarışla ilgili tüm araştırmalar, forum siteleri, akıntı ve parkur bilgileri, kerteriz ve strateji belirlemeler sonrasında bu yılki yarışta yeni bir uygulamaya gidildiğini öğreniyoruz. Start alanında arka arkaya 3 adet duba olacak, ilk duba antenin solunu kerteriz alıyor, ikincisi anteni, üçüncüsü antenin sağını. Yarışçılar bu dubaların solundan geçecek, anteni kerteriz alarak tam karşıya yüzmek yerine bayrak direğini kerteriz alıp sağa doğru kayanlar dubaların sağında kalacağı için diskalifiye olacaklar.

Start verildikten sonra ben, iyi yüzücülerin arasında kalmamak için triatlonda yaptığım gibi bir kaç dakika kıyıda bekliyorum. Bu sırada yarışa başlayanların, dubaların hemen karşısından suya girmek yerine, kıyıda 100 metre daha koşup, dubaların epey soluna geçmelerine bir anlam veremiyorum. Kıyılarda ters akıntı olduğu söyleniyordu, bu durumda bu insanlar akıntıya karşı mı yüzmeyi hedefliyor? Bir süre kendime suya girecek yer beğenemiyorum. Hemen dubanın karşısından gireceğim ama bu kadar insanın bir bildiği olmalı. Diğerleri gibi 100 metre daha ileriye gidebilirim ama çip çoktan okundu, zaman kaybediyorum. (burada tasarruf ettiğim 30sn nin akıntıda bana 40 dakikaya mal olacağını henüz bilmiyorum) Artık bir noktadan başlamak gerek diyerek ilk dubanın az solundan Eceabat’ın ılık sularına kendimi bırakıyorum. Bıraktıktan iki üç kulaç sonra, insanları yönlendirmek için, daha doğrusu “buradan geçmeyin” demek isteyen, kıyıya paralel çekilmiş yosunlu pis ipe dolanıyorum. Suya sonlarda girmenin bir faydası da bu: arkamda rezil olacak kimse yok. Üç duba boyunca daha nelere dolanacağımı bilmeden yarışa başlıyorum.

650 kişiyi daracık bir kanala sokup," hepiniz dubanın solunda kalacaksınız" dendiğinde ben böyle bir izdiham yaşanacağını düşünmemiştim. İlk dubaya ulaşmak en kolayı oluyor ama kıyıdan açıldıkça akıntı kuvvetlenip bizi güneye Kilitbahir’a, dubalarında sağına doğru sürüklüyor. Ne var ki dubanın sağında kalırsak diskalifiye olacağız düşüncesi ile onlarca insanla beraber sürekli sola, kuzeye, bilmeden akıntıya karşı yüzüyoruz. Akıntı sürüklüyor biz inatla dubanın soluna yüzüyoruz. Kollar bacaklar birbirine giriyor, insanlar birbirinin üzerinden, altından geçiyor. İkinci dubaya yaklaşıncaya kadar sağımda solumda birilerini gördüğümde nezaketle durup bekleyen ben, 100 metre ötemizde olduğu halde bir türlü varamadığımız ikinci dubayı yakalama paniğiyle, kimseyi umursamamaya başlıyorum. Diğer umursamayanlardan biri arkamdan ayağımı çekiyor, bir diğeri yanımdan geçerken böğrüme diresek atıyor, suratıma bir yumruk yerken o hengamede çip ayağımdan çıkıyor! Yarış kurallarında çipi kaybeden diskalifiye olur diyordu, durup sarkan parçayı, hala bileğimde olan kısmına tıkıştırıyorum. Bunu, her durduğumda akıntının beni ne kadar geriye attığını bilmeden, yarış süresince defalarca yapacağım. 

İkinci dubayı güç bela geçerken sağ tarafımda, yaklaşık 50 metre ileride, hiç birinin dubanın solunda kalmak için çaba harcamadığı, onlarca insan görüyorum. Üçüncü duba ise bitmek bilmeyen bir mücadeleye dönüşüyor bizler için. 100 metre ileride gördüğümüz duba hiç yaklaşmıyor. Kıyıdan bakınca son dubanın diğer dubalara göre biraz daha bayrağa-Çanakkale’ye doğru yerleştirildiğini gördüğümden o sırada Çanakkale’ye doğru yüzdüğümü sanıyorum. Öncelikli hedef 3. dubanın solundan geçmek olduğundan dağlara bakıp anten ne tarafta kaldı diye aranmak aklıma gelmiyor. Balonu takip etmek zor gelince, daha önce burada böyle bir kerteriz noktası görmediğimi düşünerek, tepenin üzerine yerleştirilmiş radarı kerteriz almaya karar veriyorum. Sağdan nefes aldığım için sol tarafta olan bitenden habersizim. Bir ara kafamı çevirip Çanakkale’ye ne kadar yaklaşmışım diye kontrol etmek istiyorum. Solumda binalar görüyorum ama Eceabat'a yaptığım iki feribot seyahatine rağmen Çanakkale’den önce böyle bir yerleşme olduğunu hatırlayamıyorum. Son 20 dakikadır 100 metre ötemde duran dubaya yetişemedikçe benim değil, akıntıyla dubanın sürüklendiğini sanıyorum.



Yarış öncesinde akıntının nereden geldiğini hepimiz çok iyi öğrenmiştik ama dendiği gibi “akıntıyı hissedeceksin, sürüklendiğini anlayacaksın kısmı külliyen hata. Yüzerken insan akıntının sürüklediğini anlamıyor, sadece biliyor, acemiyse bilmiyor... 27 yıldır bu işi organize eden Çanakkale Rotary’nin yöneticilerinin bizi 40 dakika boyunca akıntıya karşı yüzmeye zorlayacak böyle bir hata yapabileceği aklımın ucuna bile gelmiyor. Birçok yarışçının neden dubaların hizasını 50-100 metre geçtikten sonra suya girdiğini ancak bu mücadele sona erdiğinde anlayacağım. Dubayla aramda hala 100 metre varken teknelerden birindeki görevli “artık antene doğru yüzün, dubayı bırakın” deyinceye kadar nasıl bir durum içinde olduğumu anlamıyorum. Yön belirlemek için durup, yaklaşık 40 dakikadır suyun içinde çırpındığımdan, çoktan geçmiş olduğumu zannettiğim anteni arıyorum. Start alanında karşımda olan direk şu anda açık ara sağımda. Arkamı dönüyorum: Eceabat plajından sadece 200 metre kadar açılmışken start alanından 200 metre kadar kuzeye doğru yüzmüşüz. Son 40 dakikadır 3. dubanın peşinde Çanakkale yerine Marmara'ya doğru yüzen yüzücülerin birçoğu durumu anlayınca teknelere biniyor. 90 dakikalık cut off süresini aşacağımı düşünerek ben de binmek istiyorum çünkü yarım saat içinde Çanakkale'ye varmış olurum diye düşünürken, en iyi ihtimalle 10 dakika sonra ancak yarışa başladığımız noktaya gelebileceğim! Ama tekne bulamıyorum…

Ve yarışa başladıktan 30-40 dakika sonra, start alanının sadece 200mt açığından ve ne yazık ki 200 metre kuzeyinden, ilk başta planladığım gibi önce anteni, sonra bayrağı, sonra stadyumun direklerini kerteriz alarak, akıntı beni Kilitbahir'a atmadan finishe ulaşma şansım olup olmadığını bilmeden, bütün gücümle akıntıya karşı yüzmeye başlıyorum. Stadyum direğini kerteriz almaya başladığımda hala Eceabat kıyısına daha yakınım ve hala kıyıya paralel değil dik yüzüyorum. Çanakkale boğazının tam orta yerinde, yapayalnız yüzerken, finish alanı ile bir türlü aynı hizaya gelemediğim için daha çok panikliyorum. Akıntı beni boğazın dışına atıyor ve ben periyodik olarak aynı şeyleri düşünüyorum:" Ulaşamayacağım", "Çok mu aşağıda kaldım?", "Tekneler nerede? Neden beni almaya gelmiyorlar?", "Diğer insanlar nerede? benden daha aşağıda kalan var mı?", "Allahım, en sondayım!", " Sonuncuysam, cut off a da girdiğime göre artık tekneye çıkayım, neden gelip beni almıyorlar?", "Yok, sonuncu olabilirim ama teknede değilim, ulaşabilirim, daha hızlı yüzmeliyim". Ara sıra nerede olduğumu, finish alanının yukarısına geçip geçemediğimi kontrol etmek ya da çipi ayağıma dolamak için duruyorum ve her duruşumda boğazın çıkışına doğru 5-10 metre sürükleniyorum. Bunu dendiği gibi hissetmiyorum, kerteriz noktalarına bakarak anlayabiliyorum.

O kadar uzun süre yalnız yüzüyorum ki herkesin beni geçtiğinden, geçmeyen herkesin  de teknelere bindiğinden emin, bir teknenin de gelip beni almasını bekliyorum. 90 dakikadan sonra feribot geçişi başlayacak. Tekneler beni almaya gelmediklerine göre beni göremiyorlar. Ya feribot ve büyük gemiler de beni görmezse? Ya bana çarparsa, ya pervanenin girdabına girersem? Deniz anaları, ağzımın içinden çıkmayan dalga, suyun içinde asılı duran ve geçerken bana takılan kocaman yosunlar, yalnız kaldığım süre uzadıkça beni ürkütmeye başlıyor, kimse beni almaya gelmiyor…

Yarış öncesi en çok konuşulan şey: "Dur Yolcu" yazısı hizasında finish alanı tam karsınızda kalmıyorsa finish i kaçıracaksınız demektir. Çünkü son 500 metre kala sizi boğazın çıkışına atan güçlü bir akıntı başlıyor. O yüzden ben finish alanı yerine,cok daha solda kalan, stadyum direklerine doğru yüzmeye devam ediyorum. Finish alanı en nihayetinde sağımda kaldığında kıyı ile aramda ki mesafe 200 metre kadar. Normal olarak artık direk finishe yüzmem lazım ama o kadar korkuyorum ki akıntı yüzünden finishi kaçırmaktan, hala finishe yüzmek yerine feribot iskelesine doğru yüzmeye devam ediyorum. Etrafımda dolanan tekneler, yarış süresi bittiği ve suda benden başka kimse kalmadığı için beni almaya geldi sanıyorum. Her yaklaşan tekneye “Çıkayım mı, bitti mi yarış?” diye soruyorum, yüz diyorlar, yüzüyorum. En nihayetinde bi tekne gelip, bu tarafa doğru yüz artık diye finish i gösteriyor! 

Finish alanının bulunduğu cepte oluşan ters akıntı ile son 100 metresi zulüm olan bir mücadele ile 1:38:24 de kıyıya ulaşıyorum.


Benim Çanakkale Boğaz Yarışı Hikayem

30 Ağustos 2013 de Çanakkale Rotary organizasyonuyla gerçekleşecek Çanakkale Boğaz yarışına katılmaya karar veriyorum: Lisans istenmiyor, sadece doktor raporu; 400m yi illa 8 dakikanın altında yüzeceksin denmiyor, bunun için seni teste tabi tutup bu sürenin altına inemezsen kayıt parasını verdiğin halde seni elemiyor; önce ki yıllarda federasyonun düzenlediği yarışlardan birine katılmış olma zorunluluğu getirmiyor.

Yarışa hazırlanmak için 5 haftam varken eksiklerimi düşünüyorum:
  • Daha önce 1400m den uzun, haftada 2 günden fazla yüzmedim,
  • Çeşme’de derinliği 1,5mt yi geçmeyen kum dipli plajı saymazsak açık su tecrübem yok, sadece havuzda yüzdüm,
  • İçinde yüzdüğüm en büyük dalganın boyu, aynı zamanda katıldığım tek yarışım olan Çeşme triatlonunda, 30cm i geçmiyordu,
  • Akıntıda yüzme tecrübem yok, denizanasından hiç hazzetmem, dibini göremediğim vahşi denizlerden ürkerim.
Cesaretimi nereden aldığımdan emin değilim; cehaletimden ya da ilk triatlon yarışımda sudan, Alpay gibi tecrübeli bir triatletin bir kaç saniye ardından ve 4. çıkmamdan olabilir. 750 metreyle 6500 metreyi kıyaslamak ne derece doğru o ayrı konu, zira havuzda ki en uzun antrenmanım dinlenmeler dahil 45 dakikayı geçmezken, suyla en uzun temasım 2 saat, o da Bornova Sultan Hamamında. Yine de katılıyorum, kaydımı yaptırdım.

Yarışa kadar olan sürede, haftalık antrenman sayısını değiştiremiyorum ama günlük antrenman mesafemi 1400 metrelerden 2000 metrelere çıkarıyor, bir yandan da yarış stratejimi belirleyebilmek için, Çanakkale boğaz akıntısı ve yarış stratejileriyle ilgili bulduğum her şeyi okuyor, yüzüyoruz.com da Turgut Esen'in paylaştığı Çanakkale boğazı akıntı bilgilerini tabiri caizse hatmediyorum.



“Çanakkale Boğazı’ nın kuzey ağzıyla Ege kıyısındaki ağzı arasında 20 cm lik bir düzey farkı vardır. Burada üst ve alt akıntı olarak birbirlerine ters iki akıntı sistemi vardır. Marmara’dan gelen sular üstten Ege’ye Ege suları ise alttan Marmara’ya akar. Alttan gelen tuzlu Ege suları saniyede yaklaşık 50 cm hızla ilerler, hızı üst akıntıdan birkaç kez daha fazladır. Boğazı geçen üst akıntı kenarda kıyı şeklinin neden olduğu bazı ters akıntılar oluşturur. Bu ters akıntılar Anadolu kıyılarının güney ve orta kesimlerinde daha belirgindir.
Yüzey akıntıları İstanbul Boğazı ‘na nazaran daha düzenlidir. Nara’ya kadar olan bölgede akıntının genel hızı 1,5 – 2 mil dolaylarındadır. Nara’dan sonra ise akıntı yaklaşık bir kat daha hızlı akar. Gelibolu önlerinde 2 mil, Nara önlerinde 4 mil, Kilitbahir önlerinde zaman zaman 4 mil hızla akar” (*akıntı bilgileri ve resim Çanakkale Rotary Kulübü web sayfasından alınmıştır.)

Yarışın başında kuzey akıntısından maksimum yararlananların avantajlı olacağı aşikar ancak bundan yararlanma uğruna finish noktasını kaçıranların sayısı 2010 yılında toplam katılımcı sayısının yarısı kadar… Start alnından çıkan ilk mavi ok karşı kıyıdaki anteni gösteriyor. Kuvvetli yüzücülerin ilk kerterizi antenin hafif sağı olurken, acemi ya da yavaş yüzücülere antenin biraz solunu kerteriz alması öneriliyor. Boğaz akıntısı çok güçlü olduğundan, yavaş bir yüzücünün, karşı tarafa ulaşamadan akıntıya kapılarak Kilitbahir’a doğru sürüklenmesi kuvvetle muhtemel. Zaten siz karşı kıyıya dik olarak yüzerken akıntı sizi Çanakkale’ye doğru hızla atıyor.

Bu iki kişi dışında kimseye yarışa katılacağımı söylemiyorum. Bu konuda kimseyle konuşmak, tavsiye almak istemiyorum çünkü akıllıca bir şey yapmadığımın pek ala farkındayım. Yüzücü değil koşucu(!) olmamın dışında yeterli dayanıklılık antrenmanım yok, uzun mesafem yok, akıntıya karşı yüzmek için gerekli interval antrenmanım yok, açık su deneyimim yok, akıntının tehlike oluşturabileceği herhangi bir boğaz tecrübem yok, yani yok da yok…

Yarıştan bir gün önce ki brifingde karşılaştığımız, tecrübeli bir triatlet ve aynı zamanda ironman olan bir karga (mavikarga) bana “senin ne işin var burada? Sen yüzemezsin ki” diyor. Ciddiyetinden emin olamıyorum ama böyle bir şakanın iyi bir yüzücüye yapılmayacağını da tahmin edebiliyorum. O yüzden, ertesi gün,  yarışın başlamasına az bir zaman kala, hala üzerimde şort ve t-shirt, sırtımda çantam, toplanma alanında gezinirken sevgili Handan ve Can’a rastlıyorum. “Buraya kadar gelmişsin, vazgeçme, en kötü tekneye el edersin alır seni” diyor Handan. “Vazgeçme, suya bir gir, eğleneceksin aslında” diyor Can. Bu “eğlenme” fikri beni ikna ediyor ama Can’ın, yarışa katılmam konusunda ısrarcı davrandığı için sonradan endişe duyduğunu, ben ancak ve neyse ki yarıştan 2 gün sonra öğreniyorum!