24 Eylül 2012 Pazartesi

Masterlar Balkan Atletizm Şampiyonası - Yarı Maraton

Kasım ayında ki Avrasya maratonuna hazırlık aşamasında 10k yarışından 2 hafta sonra yine İzmir'de düzenlenen Balkanlar Atletizm Şampiyonasında yarı maratona katılıyorum. Atadan anaya saygı koşuları dışında İzmir’de her hangi bir yarışa katılmışlığım yoktu. Bundan 2-3 hafta önce hem maratonda ki derecem hakkında fikir sahibi olmak hem de her zaman atladığım ya da olması gerekenden yavaş koştuğum tempo antrenmanları yerine geçer umudu ile bu yarışlara katılmaya karar veriyorum.

Organizasyon İzmir Masterlar Atletizm Kulübü ait. Belediyenin düzenlediği yarışlardan farklı olarak bu yarışa katılım ücretli. Tek yarış için 35tl ödüyoruz. Hem para ödediğimiz, hem de yarış profesyonel bir ekip tarafından organize edildiği için beklentiler de yüksek tabi ki. Cuma günü yarış sırasında giyme zorunluluğu olan kıyafetleri alıyorum. Kırmızı kolsuz bir t-shirtle beyaz tayt! Hale hazırda yeterince seksi görünen, terlediğimizde tam transparant olacak bu pamuklu taytla yarış sırasında unutulmaz anılara sahip olacağımız muhakkak.

Belediye organizasyonlarında yarışlara ortalama 300 kişi katılıyor. Bunun uluslar arası bir organizasyon olduğunu düşünerek 600kişilik bir katılım bekliyorum, terden sırılsıklam olmuş beyaz taytlarıyla koşan 300 kadın imgesi, beni desteklemeye gelmek yerine tenis oynamayı tercih eden Luc'un fikrini değiştirir mi diye bir deneme bile yapıyorum. Değiştirmiyor! L

Bir gün önce Cemil’le “Alsancakta buluşup beraber mi gitsek, arabayı nereye park etsek” diye konuşurken Cemil taytı giyme zorunluluğu olmadığı, arabayı konak iskelesi karşısındaki otoparka bırakacağı gibi önemli bilgileri bana verse de Turkcell in berbat bağlantısı yüzünde ben hiç birini anlamıyorum. Akşam, organizasyonda görevli Aycan’a çantaları bırakabileceğimiz bir yer olup olmadığını sorunca kişisel eşyalar için ne otobüs ne de güvenli bir yer olacağını söylüyor. Artık koşudan daha öncelikli sorunlarım var. Onca insan ne yapacak bilmiyorum ama ben yanıma çalındığında üzülmeyeceğim en zorunlu birkaç eşyamı almaya karar veriyorum: yarış öncesi yemek için muz, yarıştan sonra eve dönebilmek için kent kart ve yine organizasyonun verdiği pamuklu t-shirt! Parasız, telefonsuz ve ev anahtarsız 11.30da bostanlı vapur iskelesinde buluşmak üzere Luc'la plan yapıyoruz.

Hani “türkün aklı ya kaçarken ya mıçarken gelir” derler ya, benim de aklım sabah tuvalette otururken geliyor: bu masterlar şampiyonası. Yani katılımcıların hepsi 30 yaşın üzerinde olacak. En büyük katılımcı sayısının 20–30 yaş grubunda olduğunu düşünerek bu yarışta 75 kişi civarı bir katılım olacağını hesaplıyorum. Öyle yüzlerce amatör insan değil! Sabah beni iskeleye bırakan Luc'a, bunun sonuncu olacağım ilk yarış olacağını söylüyorum. “Gergin olma, bu senin kendinle yarışın, hedefin var” diye teselli ediyor beni ama nafile! Gözümün önünde en son gelenin en az 10 dakika ardından pıtıdık pıtıdık finiş çizgisine koşan bir Nur var…

Yarış alanına varır varmaz beyaz taytla gelen tek kişinin ben olduğumu, hepi topu bir avuç insan olduğumuzu ve benden başka herkesin profesyonel göründüğünü dehşetle fark ediyorum! İmdadıma kendi kırmızı derin yırtmaçlı şortunu bana veren Cemil yetişiyor. İkinci darbe start çizgisinde beklerken 12 kadın yarışçı olduğunu söyleyen organizasyon görevlisinden geliyor. Açık ara fakla sonuncuyum! Katılmayabilirim ama anahtarsız, parasız ve telefonsuz nereye gidebilirim ki? Bir insan 10 dakikada kaç kere fikir değiştirebilir?  

Yarış Konak-İnciraltı arasında insanların yürüyüş yapıp, bisiklete binip, balık tuttuğu yolda yapılacak. Önümdekiler ilk 1 dakika içinde alıp başını gittiğinde o yolda 2 saat boyunca tek başıma koşuyor olacağımL Umarım o balık tutanlardan birinin oltasının iğnesi beni yakalar. Yalandan kavga eder, sonrada çok vakit kaybettim bahanesiyle yarışı bırakırım diye plan yapıyorum.

Yarış hedefim daha önceki yarı maratonumun 4 dakika altında bitirebilmek: 1 saat 52 dakika. Bunun için ilk yarıyı @5.25 de tamamlayıp dönüşte @5.15lerde koşmam gerekiyor. Start verildiği anda en sondayım. İlk birkaç km yi @5.30da geçerim diye düşünürken, en önde toz bulutu içinde koşan insanları hesaba katmasam da, en yavaş koşanın bile yarışa @5.10 pace ile başladığını görüyorum. İki seçeneğim var: Kendi tempomu koruyabilir ve 2 saat boyunca bana en yakın koşucunun en az 3km gerisinde tek başıma koşabilirim ya da onların hızına ayak uydurup 10kmde kesilebilir ve yarıştan çekilebilirim. İlk km bitmeden negatif splitten vazgeçip ortalama pace im olan @5.20 yi yarışın başından sonuna kadar korumak konusunda kendimle uzlaşıyorum.

Çeşme kıyılarında suyun içinde şişme yatağının üzerine güneşlenen birinin bundan aldığı cesaretle surf board da Türkiye’yi temsil etmeye kalkması gibi bir şey bu. Allahım ne işim var benim balkan şampiyonasında? Halk koşucusuyum ben! Kim ikna etti beni bu yarışa katılmaya? Hangi akla hizmet bunun sıradan insanların katıldığı her zaman ki yarışlardan biri olduğunu düşündüm?

Yarışa başlayalı 10 dakika olmadan birini geçiyorum, bu genel sıralamada sonuncu olmayacağım demek. 10m önümde @5.18 lerde koşan bir veteranı kendime tavşan yapıyorum. Parkurun 7.km sinde tavşan yavaşlıyor, garmin ortalama pace i @5.25 gösteriyor. Geçmem lazım çünkü yarışa hızlı başlayarak sonlara doğru negatif split yapma şansımı kaybettim. Yorgunluk belirtileri de başlamışken tek başıma kalmak pace imi ister istemez düşürecek. Onun hemen önünde ki kişiden 200mt uzaktayız. İlk yarıya kadar kendimi zorlamak istemiyorum. ilk yarının sonuna kadar her kmde kaybettiğim 5er saniye bana toplam 20 saniye kaybettirecek. Toplam yarış süresince km başına 1sn demek. Yalnız koşup çok daha kötü bir derece yapmaktansa yarışı @5.21 ortalama ile bitirmeyi göze alıyorum. Hızlı başlayanlar ilk yarının sonlarına doğru yorulmuş olacak ki yavaş yavaş birilerini geçmeye başlıyorum. 10. kmde kendi yaş grubumdan iki kişiyi geri dönerken görüyorum.

10.5kmde geri dönerken kendi yaş grubumdan üçüncü kişi hemen önümde. Bundan sonraki 10.5km yi ensesinde koşuyorum. Yorulmuş olduğunu fark etmeme rağmen geçmek için uğraşmıyorum, zira iki hafta önce ki 10k yarışını benden 2 dakika önce bitirip 2. olmuştu. Son 5kmde sprinte kalkacaksa boş yere enerjimi harcamama gerek yok. Son 4 km kala Ayfer'e bir arkadaşı bisikletle eşlik ediyor. Onun sayesinde Ayfer'in, Ayfer sayesinde de benim son 4km ortalama pace im @5.04 lere kadar düşüyor. Yarışı onun birkaç saniye ardından 1saat 49dakikada bitiriyorum. Öncekine göre 7 dakika iyileştirdiğim derecemle kendi yaş grubumda sonuncu oluyorum. Göstermiş olduğum gelişmeden dolayı kendimi kucaklıyor, yanaklarımdan öpüyorum.

9 Eylül 2012 Pazar

9 Eylül Yol Koşusu-10K

British 10k London Run’dan tam 2 ay sonra İzmir’in kurtuluşunun yıl dönümü sebebiyle Büyükşehir Belediyesinin organize ettiği 10K yol yarışına katılıyorum. Bu yarış için özel olarak hazırlanmadım ama 4 haftadır devam eden maraton hazırlığı sırasında yaptığım intervallerin beni geliştirip geliştirmediğini görmek için iyi bir fırsat olacağını umuyorum.

Belediyenin sporculara tahsis ettiği otobüsler ile inciraltında ki start alanına ulaşıyoruz. Şimdilik yaklaşık 150 kişiyiz ve herkes belli etmeden ya da belli etmekten hiç çekinmeden birbirini süzüyor. Kıyafetine, ayakkabılarına, yaşına, kilosuna bakarak ciddi bir rakip olup olmadığı tartılıyor. Bu kısmı çok eğlenceli, ben de yapıyorum. Cemil, kaldırım kenarında oturan gençleri süzdüğümü fark edince “onlara bakma bile” diyor, “elit onlar”… Bu çok iyi çünkü sinir bozacak kadar enerjik ve fit görünüyorlar.

Yarışa yarım saat kala Fatih, Cemil, Davut Bey ve tanımadığım birkaç kişi ile beraber ısınma turlarına başlıyoruz. Yarış formalarının dağıtıldığı aracın yanından geçerken yapılan anons biz güldürüyor: “bazı arkadaşların dağıtılan t-shirtlerden yanlışlıkla fazla aldığı görülmüştür. Lütfen onları geri iade edin” @6.30larla giderken ne kadar yorgun olduğumu düşünüyorum. Duyuru amacına ulaşmamış olacak ki ikinci turumuzda anons megafonla yapılıyor: “arkadaşlar, fazla aldığınız o t-shirtleri lütfen iade edin, yeni gelen arkadaşlara t-shirt kalmadı!” Ayaklarım yeri sürüyor, bundan daha hızlı koşabileceğimden emin değilim. Biraz ara verdikten sonra Fatih “gel nabız çalışalım” diyor. Nasıl yani? Arttırma mı yapacağız? yapabilir miyim? Isınırken bile zorlandım benL Başlarken anons yine duyuluyor ama bu sefer kızgınlığın da etkisiyle yer gök inliyor: “bakın 400 tane tshirt geldi, 260 kayıt var. Çabuk iade edin aldığınız o t-shirtleri!”

@5.20 ile 1000m kadar gidip nefes nefese geri dönerken, yarış ya da ısınma, yapabileceğim maximum hıza ulaştığımı düşünüyorum. Hedefim ortalama @5.05, hatta yapabilirsem 50 dakikanın altı. Tabi bu ısınma turlarından sonra yeniden hesap yapmaya başlıyorum. 25 dakika ısınmama rağmen belli ki planladığım gibi ilk km yi 5’30’’de geçemeyeceğim.

Start çizgisinde “elitler öne yaş grupları arkaya geçsin” diye anons yapılıyor. Ben her zaman ki gibi söz dinleyen tek kişiyim. Nasıl olsa ilk km yi 6 dakikanın altında geçemeyeceğimi düşünerek en arkada kalıyorum.

Runtalya’nın maraton parkuru ilk yarı yokuş aşağı, dönüş yokuş yukarıydı. Bunu hesaplayamadığım ve ilk yarıda @5.40 ortalamanın altına düşmemeyi hedeflediğim için yokuşları avantaj olarak kullanamamıştım. Bu yarışa fark etmeden çok hızlı başlıyorum ama önümüzde görünen yolun rampa aşağı olduğunu görerek, runtalyada ki hatayı tekrarlamamak için, kendimi zorlamayacak şekilde tempomu korumaya karar veriyorum. Parkur boyunca, çok hafif olmakla birlikte birkaç rampa var. Çıkışlarda kaybedeceğim zamanı inişlerde telafi etmeliyim. Belki de yarış parkurunun başında ki inişi hız yapmak için değil yarışa rahat bir nabızla başlamak için kullanmalıydım. Bunu 10km boyunca düşüneceğim.

Hemen önümde 10km yi sonuna kadar beraber koşacağım benim yaş grubumda olduklarını tahmin ettiğim iki kişi var. Öyle tahmin ediyorum çünkü 3.kmlerde biri göz ucuyla göğüs numarama bakıyor. Yaş grupları göğüs numaraları üzerinde işlenmiş durumda. Benimle konuşmaya başlıyor biri. Ne kadar rahat konuştuğunu farketmek sinir bozucu. Amaç da bu zaten; diğerinin performansını değerlendirmek. Bu durum bana belli bir alana sahip olduklarını kanıtlamak için kavga etmeden önce bağıran vahşi hayvanları hatırlatıyor. Sesi daha gür çıkan gücünü ispat ediyor, diğeri güçlü olanın hakkını teslim ediyor ve gereksiz yere ortalığı kana bulamadan bölgeyi terkediyor. Günlük antrenman tempomun çok üzerinde koşarken, ne yazık ki ben o kadar rahat değilim. Sohbet etmekle tempomu korumak arasında bir seçim yapmalıyım. Susuyorum, yani hakkını teslim ediyorum...

İki ay önce hayatımda ilk kez negatif sprint yaptım ya, bir Usain Bolt havası geliyor üzerime, son bir umut, finishe 2 km kala hızlanıp geçerim diye düşünüyorum kimlerle aşık attığımı bilmeden...

Londra’da 10K koşarken, yarışa çok yavaş başlamış olmamın da avantajı ile, son iki km yi 9 dakikanın çok az üzerinde geçmiştim. Bu sefer hızlı başladım. Yorgunum, planladığım gibi son km lerde @4.50leri göremiyorum. Ortalama @5.07lerle giderken son 2 km kala ancak @4.57lere çıkıyor hızım. Ne var ki tavşanlarım da hızlanıyor, hem de arkada gözleri varmış gibi giderek artan bir tempoyla! Yarışı onların arkasından, tam da hedeflediğim pace ile (@5.05), beşinci bitiriyorum. British 10k London Run a göre 2 dakika iyileştirdiğim derecem ile kürsüye çıkamıyorum ama ilk 5 kişiye verilen para ödülümle alacağım yeni koşu ayakkabılarımın hayalini kuruyorum J

5 Eylül 2012 Çarşamba

Şu Günlerde Bitki Olmak İstiyorum…

Kıvrılıp yatmak, gözlerimi yummak, duymamak, düşünmemek ve mümkünse hissetmemek istiyorum.

Uzun zamandır kimseden ses çıkmadığını fark edince korkarak telefon ediyorum Alina’ya. Birkaç saniyeden uzun sürmeyecek bir umut kaplıyor içimi sesini duyunca ama düşündüğümün aksine “haberler iyi değil” diye başlıyor Alina. “1 haftadır hastanedeyiz, öğrendiğim günler çok kötü hissettim, çok ağladım ama şimdi daha iyiyim” uzun uzun anlatıyor. Abim telefon edip ya da mail atıp durum hakkında bilgi verdiğinde metanetli kalmanın ne kadar zor olduğunu düşünürdüm. Daha da zoru kişinin kendisinden dinlemekmiş. O anlatıyor, ben parçalanıyorum, gözlerim doluyor, hıçkırığım boğazıma hapsoluyor, sessiz sessiz ağlıyorum.

Herkesin sorunlarla farklı bir baş etme yöntemi var. Bu süreçte ben sessiz kalmayı tercih ediyorum. Öyle görünüyor ki abimlerin de yöntemi bu… Ne var ki onları her ziyaret ettiğimde paylaşmadıkları acının, içlerinde nasıl kontrol edilemez bir öfkeye dönüştüğünü görebiliyorum. 6 ay önce akşam yemeğinde Chris ve Matthew a evde neyin farklı olmasını isterdiniz diye soruyoruz. Chris, “annemin bize bu kadar bağırmamasını isterdim” diyor. “iyi hissediyorum, her şeyin yoluna gireceğine inanıyorum, çok rahatım” dediği dönemde bu cevap Alina’nın ağzını açık bırakıyor. “Bağırıyor muyum?” ikisi birden başını sallıyor “eskisinden daha çok”…

Ben de susuyorum, paylaşmaya çekiniyorum. Tıpkı onlar gibi 9 aydır ben de öfkemi içimde büyütüyorum. Olmadık şeylere kızıyorum ama niye kızdığımı ben de anlamıyorum. Paylaşırsam acım azalır mı? Korkumu dillendirsem, dillendirdiğim şey gerçek olur mu? İçimdeki acıyı yok sayarken kırıp döktüklerimin telafisi var mı?

Alina, ağabeymin 15 yıl önce benim hayatıma soktuğu en büyük değer, arkadaş, dost… Konuyu değiştirmek isteyince beni soruyor. “sen neler yapıyorsun? Nerdesin?” Ben nerdeyim? Spor salonunda! 1 haftadır hastanede kanserin iç organlarında yayılışını izleyen birine, şu anda havuzun kenarında oturuyorum diyebilir miyim? Suçluluk duygum yaş olup gözlerimden akıyor. Giderek alçalan bir sesle “spor salonundayım” diyorum. Bu ses daha alçak çıkabilir miydi? Alina anlamayınca tekrar ediyorum, cümlemin sonunda ki “gym” inilti şeklinde çıkıyor bu sefer. Artık sesim de ağlıyor. Bunu fark ettirmektense konuyu tamamen değiştirmek daha akıllıca geliyor. Hafta sonu 10Kyarışım olduğunu, havalar sıcak olduğu için dışarıda koşmak yerine her gün salona gelip antrenman yaptığımı anlatıyorum. Sanki bu bahane o an spor salonunda olmamın yükünü hafifletecekmiş gibi…

O gün telefonda 1 saate yakın zaman geçiyor. Alina anlatıyor, ben dinliyorum. Midem ağrıyor, içim parçalanıyor, uyuşmak istiyorum. Kıvrılıp yatmak, gözlerimi yummak, duymamak, düşünmemek istiyorum. Mutlu olduğumu fark etmeden aksın zaman razıyım, yeter ki bu acıyı hissetmiyim istiyorum…

2012 Avrasya Maratonuna Hazırlık


İlk maratonumun yoğun antrenmanları ve hemen ardından yaptığım yokuş çalışmalarıyla gelen ağrılar ve elbette hiç hayatımdan eksik olmayan düşmelerimin sonucu bilek burkmam beni kelimenin tam anlamıyla bitirdi, koşudan soğuttu.

8 Temmuz 2012de British 10k London Run yarışına katılacak olmama rağmen ciddi bir hazırlık süreci geçirmiyorum. 40.000 kişinin neredeyse kol kola koştuğu bu yarışı, hoplayıp zıplayan tavuk civciv, balerin ve gelin kostümlü koşucuların arasında, ite kaka ve kakıla 52 dakikada tamamlıyorum. Bu hedefimin çok üzerinde ne var ki elden gelen budur.

Türkiye’ye döndüğümde bir kısmını Cemil, Kevin ve kız kardeşi Kerry ile yaptığım 19km lik uzun koşu, maraton koştuktan sonra bile yaşamadığım, günlerce süren şiddetli ağrılara sebep olunca dailymile dan 5 aylık koşu profilime bakıyorum. Haftada 30-40km koştuğumu sanan ben ne yazık ki son 5 aydır 25km nin üzerine bile çıkamamışım. Dahası bu 19km, maratondan 2 hafta sonra Handan’la yaptığımız 20kmlik yokuş antrenmanından sonra koştuğum en uzun koşu! Bütün bunlardan nasıl hiç haberim olmadı? Hedefsizliğin beni bu hale getirdiğini düşünerek, “triatlon mu, yeniden maraton mu, koşuya son mu, bisiklet yarışları mı?” sorularıma nihayet bir son verip kendime yeni bir hedef koyuyorum: yeniden maraton.

Avrasya maratonuna 13 hafta var. Hedefim ortalama @5.35 ile maratonu 3.55’
de bitirmek. Yarışın ilk 5 haftasının programını, kalanına daha sonra devam edeceğinin sözünü vererek Kevin hazırlıyor ama beklenmedik bir şekilde beni yarı yolda bırakıyor. Kalan 8 haftayı buna bakarak kendi başıma yazmak istiyorum ama kendi yazdığım programa sadık kalmayacağımdan, zorlandıkça kafama göre değiştireceğimi bildiğimden yeltenmiyorum bile.

Kevin programı verdiğinde, bu sürelere uyabilirsem programı uygulamaya devam edeceğimi, uyamazsam "demek ki benim maraton 3saat 55dakikada çıkmazmış" deyip yeni bir hedef belirlemem gerektiğini söylüyor. 1000m ve üzeri, olması gerekenden daha hızlı çıkarken, kısa intervaller her zaman olması gerekenden açık ara yavaş çıkıyor. Ancak başka bir sorun var: kısa intervaler, hedeften yine uzak kalsam da, her hafta iyileşirken, uzunlar ve tempolarda olması gerektiği gibi hızlanamayıp her hafta aynı kalıyorum. Bu şimdi ne demek oluyor? Maratonu hedeflediğim sürede bitirebilecek miyim, yoksa vaz geçip yeni bir hedef mi belirlemeliyim?

Koşu hayatımın 2. yılında, bilmem gerekenlerin koşu programları, yarış stratejileri, hazırlık süreci, doğru beslenme, doğru malzeme seçimi, vitamin desteği gibi konulardan ibaret olmadığını, koşu arkadaşlarınızın da en az bunlar kadar hedefinizde etkili olacağını öğreniyorum. O güne kadar yaptığı dereceleriyle profesyonel olmaktan uzak da olsa performansı ortalamanın üzerinde olduğundan kendini çoğunluktan ayrı ve üstün tutan kişiler, program yazmanın bilgi birikimi ve tecrübe kadar spor etiği de gerektirdiğini bilmeden antrenörlüğe soyunurlar.

İşte ben bu etikten yoksun birinin kurbanı olarak maratona 8 hafta kala hedefsiz, programsız kalakalıyorum…