7 Mart 2011 Pazartesi

Runtalya için Antalya

Bizi Cumartesi sabah Antalya’ya götürecek olan sunexpress in10.15 uçağı bir gün önce gelen telefon mesajı ile 6.00ya alınıyor. Havaalanı için her saat başı Mavişehirden kalkan otobüs, nasıl bir şanstır ki bizim uçak saatine denk gelen saati atlıyor. Bir sonra ki 5.20de olduğundan, 3.20 otobüsüne binip uçak saatinden 2 saat önce alanda olacağım.

Cuma akşamı arkadaşım arıyor, “ben seni saat 4.00de evinden alırım, arabayla bırakırım”. Önce tamam diyorum ama akşam saatlerinde bir telaş düşüyor içime: Ya kalkamazsa? Ya sabah ona ulaşamazsam, telefonu kapalı olursa? Onun gelemeyeceğini anladığımda uçağı yakalamak için çok geç kalmış olacağım. Arıyorum, telefon açılmayınca “beni alma, ben giderim otobüsle” diye mesaj atıyorum. Zaten hepi topu 3 saat uyuyacağım, gece gelen telefonla uykum bölünmesin diye telefonu kapatıp yatıyorum. Mesajı görünce beni arayacaktır mutlaka, telefon kapalı olunca sabahın o saatinde riske girmez ve gelmez diye düşünüyorum.

İnternette, Ege Parkın yanından kalkan otobüsler artık Mavişehir aktarma merkezinden kalkıyor yazıyor. Mavişehir’deki eski ilk durağına ancak 10 dakikada varır hesabıyla çıkıyorum evden. Yine de 3.20de orda oluyorum. Durakta bekleyen bir kadın hemen yanıma geliyor “Bu giden 200 müydü?” “Görmedim ama 200 olamaz herhalde, bu saatte aktarma merkezinden kalkması gerekiyor, buraya gelmesi 10 dakika alır” diyorum.
Buradan başka otobüs geçmediği ve gidenin 200 olduğu konusunda hemfikir oluyoruz. 40 dakika sonra kalkacak olan havaşı beklemeye başlıyoruz çaresizce. Ben fazla beklemiyorum, 5 dakika sonra arkadaşım durağın önünde beliriyor arabasıyla. Gecenin bir vakti yataktan çıkmasına engel olacak rahatlatıcı mesajıma rağmen, geldiğinde beni orda bulamama ihtimaline rağmen, karşısında ki insanın işini kolaylaştırmaktan başka hiç bir çıkar gözetmeksizin yapılan böyle bir özveriyi beklemiyordum.

Hava alanında Daily Mile dan Umut’la buluşuyorum. İlk kez yüz yüze geleceğim için her ihtimale karşı yanıma kitap almıştım, Nortshields de buluştuğumuzda gözüm oturduğu masanın üzerinde ki kitaba ilişiyor. O da benim gibi düşünmüş olmalı ama gerek kalmıyor. O kitaplar Antalya’da diğer arkadaşlarla buluşacağımız saate kadar hiç açılmıyor. Birbirini hiç tanımayan, aynı heyecanı paylaşmaktan başka hiç bir ortak yönü olmayan iki insanın 5 saat boyunca hiç susmadan konuşabilmesi ve konuşulanı sıkılmadan dinleyebilmesi mucizesine birlikte tanık oluyoruz. Antalya’ya varınca nasıl buluşacağımızı sormak için Çağın’ı arıyor Umut, “Biri daha var” diyor Çağın “Onu da bulun, birlikte gelin”. “Kimmiş?” diyorum, “Kutlu diye biri” diyor, çöküyorum. Hani bir sürü insan buluşacaktık, tanışacaktık, çok eğlenecektik?? Nerden çıktı şimdi bu? DM ci bile değil o! Mutluluğuma düşen gölge, otobüs kalkıncaya kadar Kutlu’yla karşılaşmayınca dağılıyor.

Merkezde kahvaltı edip, diğer arkadaşlarla buluşmak üzere, benim kalacağım pansiyona gidiyoruz. Pansiyon 3 dakika uzaklıkta ama Umut’ta GPS bende google map ten çıktı aldığım haritayla onu bulmamız neredeyse 30 dakikamızı alıyor. Umut telaşsız biri, halimiz ikimizi de eğlendiriyor.

Yeniden yiyoruz, içiyoruz ve kayıt alanına gitmek üzere 6 kişi tramvaya biniyoruz. Yolda fotoğraflarından tanıdığımız başka Daily Mile cılarla karşılaşıyoruz. Kayıt alanında makarna partisi var, saat 9.30da kahvaltıdan kalkan insanlar saat 11.30da tabak tabak makarna yiyor. Bu kadar çok yemek yiyen insan nasıl bir araya geldi anlamıyorum zira bu yeme serüveni gece yatağa girinceye kadar kesintisiz sürecek: Akşam yemeğinden kalkıp “yengen” yemek üzere büfeye gidiyoruz. Büfe kapalı, karşıda ki pastaneye oturuyoruz. Yan masamızda çantasından yarış için geldiğini anladığımız uzak doğulu arkadaşın önünde bir porsiyon baklava ve büyük bir dilim bol kremalı pasta var. Resmini çekiyor, bir çatal alıyor, tekrar resmini çekiyor ve hepsini yiyor. O da mı akşam yemeğinden kalkıp geldi bilmiyorum ama seyrederken bizim durumumuzun normal olduğuna karar veriyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder