Bir sonra ki yarışa kadar önümde 10 hafta var. Koşu antrenmanlarını azaltıp Cumartesi günü bisiklete binmeye karar veriyorum ama meteoroloji hafta sonunu yağmurlu veriyor. Arkadaşım bir şeyler yapmayı teklif edince bisiklet programı için riske girmekten vazgeçiyorum. Sabahtan spor salonuna gideceğim, öğleden sonrası için program yapıyoruz.
Cumartesi sabah evde oyalanarak salonun açılmasını bekliyorum. Havaya bakıyorum, pırıl pırıl. Salona gitmekten vazgeçip bisikletçilere mi katılsam? Saat 10.00, grup mavişehirden geçeli yarım saat oldu. Yetişebilir miyim?
Kolum kırıldığından beri bisikleti elime almamıştım. Lastiklerini bile geçen hafta taktım ama tam şişirmemiştim nasıl olsa betonun üzerinde iniyor diye. Çok hızlı bir şekilde duş alıp hazırlanıyorum, alelacele lastikleri şişiriyorum, aksesuar sayılabilecekleri asansörde giyiyorum, yine de saat 10.30 oldu. Kaklıçta yarım saat mola verirler. Şu sıralar kalkmak üzerelerdir. Sadece yarım saat fark var aramızda, hava güzel diye yayarlarsa seyrekte yakalarım onları diye düşünüyorum.
Kolumu kırdıktan sonra ki ilk bisiklet turumun çok temkinli olacağını hayal ediyordum ama arada ki farkı kapatmak için son sürat gidiyorum. Araç yolundan site içinde otopark olarak kullanılan kaldırıma çıkıyorum. Bu kaldırım ana caddeyi dik kesiyor. Ben, hem yol boyunca park etmiş araçlar arasında ki dar yerden bisikletle geçemeyeceğimden hem de yüksek kaldırımdan bisikletle inmeye cesaret edemediğimden yol bitiminde her zaman elime alırım bisikleti. Caddeye 20mt kala frene dokunuyorum, arka fren tutmuyor, ön fren? Tutmuyor! Bir kere daha deniyorum, ı-ıh frenler tutmuyor! Kazadan sonra frenlerlerde problem mi oldu? Ama ben kazadan sonra 30km daha bisiklete binmeye devam ettim, frenlerde problem yoktu.
Salak ben! Lastikleri taktıktan sonra frenleri unuttum! Sokak köpekleri yattıkları yerden kafalarını kaldırmış bana bakıyor, bense önümde yola park etmiş arabalara. Birine, mümkünse en eski ve ucuz olanına çarparak durabilirim ama çok hızlıyım. Arabaya da bisiklete de çok zarar veririm ve büyük olasılıkla yine bir tarafımı kırarım. Şansıma, iki araç arasında benim bile geçebileceğim kadar boşluk var. Soluma bakıyorum, 50mt ötede taksi viraj dönüyor, çok hızlı olamaz. Zaten üçüncü bir seçenek yok, varsa da düşünecek zamanım yok. Refüje çarpmadan dönmüş olmayı umarak kendimi caddenin orta yerine atıyorum. Taksi aniden önüne konan bisikletten şaşkın, bense sola döndüğüm anda kırık bira şişesi ağzını 30 cm önümde görmekten!… Taksiye çarpmakla şişe ağzının üzerinden geçmek arasına ki seçimi daha kolay yapıyorum, patlak bir lastik ve tutmayan frenlerle artık bizimkilere yetişme şansım kalmadığını düşünerek.
Kaldırımdan inerken hızım daha da artmış. Park halinde ki jeep e çarpmama ramak kala durabiliyorum. Birkaç fren teli kopuk, ne zamandır bu halde olduklarını bilmiyorum. Freni takarken hala titriyorum, takıyorum, gidonda ki tel sıkışıyor, teli çıkarıyorum fren kasıyor. Arka fren çok sert, en ufak bir dokunmada eşek tepmiş gibi oluyor. Çok ani fren yapmak zorunda kalmazsam ön frenin de yardımıyla idare ederim diye düşünüyorum, daha yeni kolunu kırmış biri olarak neyime güveniyorsam… Lastikte cam kırığı var mı diye kontrol edip tekrar yola çıkıyorum. Saat neredeyse 11.00, aramızda ki fark 1 saate yaklaştı.
Fazla gidemiyorum bir yerlerden sürtme sesi geliyor, fren pabucu mu? Üff bir de alyan derdi çıkarsa ancak Gerenköyde yakalarım bizimkileri. Çok iyimserim, üzerinden geçtiğim kırık bira şişesi yüzünden lastik patlarsa pompam da çalışmıyor! Belki Seyrek girişinde ki benzin istasyonuna kadar dayanır, ya da lastiği değiştirip pompası olan bir bisikletçiyle karşılaşmayı umacağım.
Neyse, sürten pabuçmuş ama alyana gerek kalmıyor. Düzeltip yola çıkıyorum. Kaklıç’a kadar rüzgar arkamdan esiyor, ortalama hızım 32km/sa. Ertesi gün uzun mesafe koşum için bacaklarımda derman kalmadı. Kahveye varınca bizimkileri soruyorum, kalkalı yarım saatten fazla oldu diyorlar. Gerenköy yokuşlarında yavaşlayacaklarına dair umudum büyük. Rüzgar buradan sonra önden esecek, hızım çok düşecek ama beni yavaşlatan rüzgar onları da yavaşlatacaktır. Gözüm lastiklerde Seyrek girişine kadar geliyorum. Henüz problem yok, benzinlikte durmadan yoluma devam etmeye karar veriyorum. Sadece su almak için her zaman yemek yediğimiz restoranda duracağım.
Meydana girdiğim anda Tolgayı görüyorum, sevinçten ışıldıyor olmalıyım. Ufak bir mola değil bu. Masa kurulmuş, Gerenköyden vazgeçmiş olmalılar. Ben onları gördüğüme, onlar beni gördüğüne seviniyoruz hep birlikte. Bir süre dışarıdakilerle sohbet ediyoruz. Bir şeyler yemek için içeri geçtiğimde tokuşan rakı kadehlerini görüyorum. Ben yemek söylerken Günay abi beni masaya çağırıyor. Elimde meze tabağımla çöküyorum masaya, bu gerginliğin üzerine ne güzel olur bir duble rakı, ya da iki, ya da…
Cumartesi sabah evde oyalanarak salonun açılmasını bekliyorum. Havaya bakıyorum, pırıl pırıl. Salona gitmekten vazgeçip bisikletçilere mi katılsam? Saat 10.00, grup mavişehirden geçeli yarım saat oldu. Yetişebilir miyim?
Kolum kırıldığından beri bisikleti elime almamıştım. Lastiklerini bile geçen hafta taktım ama tam şişirmemiştim nasıl olsa betonun üzerinde iniyor diye. Çok hızlı bir şekilde duş alıp hazırlanıyorum, alelacele lastikleri şişiriyorum, aksesuar sayılabilecekleri asansörde giyiyorum, yine de saat 10.30 oldu. Kaklıçta yarım saat mola verirler. Şu sıralar kalkmak üzerelerdir. Sadece yarım saat fark var aramızda, hava güzel diye yayarlarsa seyrekte yakalarım onları diye düşünüyorum.
Kolumu kırdıktan sonra ki ilk bisiklet turumun çok temkinli olacağını hayal ediyordum ama arada ki farkı kapatmak için son sürat gidiyorum. Araç yolundan site içinde otopark olarak kullanılan kaldırıma çıkıyorum. Bu kaldırım ana caddeyi dik kesiyor. Ben, hem yol boyunca park etmiş araçlar arasında ki dar yerden bisikletle geçemeyeceğimden hem de yüksek kaldırımdan bisikletle inmeye cesaret edemediğimden yol bitiminde her zaman elime alırım bisikleti. Caddeye 20mt kala frene dokunuyorum, arka fren tutmuyor, ön fren? Tutmuyor! Bir kere daha deniyorum, ı-ıh frenler tutmuyor! Kazadan sonra frenlerlerde problem mi oldu? Ama ben kazadan sonra 30km daha bisiklete binmeye devam ettim, frenlerde problem yoktu.
Salak ben! Lastikleri taktıktan sonra frenleri unuttum! Sokak köpekleri yattıkları yerden kafalarını kaldırmış bana bakıyor, bense önümde yola park etmiş arabalara. Birine, mümkünse en eski ve ucuz olanına çarparak durabilirim ama çok hızlıyım. Arabaya da bisiklete de çok zarar veririm ve büyük olasılıkla yine bir tarafımı kırarım. Şansıma, iki araç arasında benim bile geçebileceğim kadar boşluk var. Soluma bakıyorum, 50mt ötede taksi viraj dönüyor, çok hızlı olamaz. Zaten üçüncü bir seçenek yok, varsa da düşünecek zamanım yok. Refüje çarpmadan dönmüş olmayı umarak kendimi caddenin orta yerine atıyorum. Taksi aniden önüne konan bisikletten şaşkın, bense sola döndüğüm anda kırık bira şişesi ağzını 30 cm önümde görmekten!… Taksiye çarpmakla şişe ağzının üzerinden geçmek arasına ki seçimi daha kolay yapıyorum, patlak bir lastik ve tutmayan frenlerle artık bizimkilere yetişme şansım kalmadığını düşünerek.
Kaldırımdan inerken hızım daha da artmış. Park halinde ki jeep e çarpmama ramak kala durabiliyorum. Birkaç fren teli kopuk, ne zamandır bu halde olduklarını bilmiyorum. Freni takarken hala titriyorum, takıyorum, gidonda ki tel sıkışıyor, teli çıkarıyorum fren kasıyor. Arka fren çok sert, en ufak bir dokunmada eşek tepmiş gibi oluyor. Çok ani fren yapmak zorunda kalmazsam ön frenin de yardımıyla idare ederim diye düşünüyorum, daha yeni kolunu kırmış biri olarak neyime güveniyorsam… Lastikte cam kırığı var mı diye kontrol edip tekrar yola çıkıyorum. Saat neredeyse 11.00, aramızda ki fark 1 saate yaklaştı.
Fazla gidemiyorum bir yerlerden sürtme sesi geliyor, fren pabucu mu? Üff bir de alyan derdi çıkarsa ancak Gerenköyde yakalarım bizimkileri. Çok iyimserim, üzerinden geçtiğim kırık bira şişesi yüzünden lastik patlarsa pompam da çalışmıyor! Belki Seyrek girişinde ki benzin istasyonuna kadar dayanır, ya da lastiği değiştirip pompası olan bir bisikletçiyle karşılaşmayı umacağım.
Neyse, sürten pabuçmuş ama alyana gerek kalmıyor. Düzeltip yola çıkıyorum. Kaklıç’a kadar rüzgar arkamdan esiyor, ortalama hızım 32km/sa. Ertesi gün uzun mesafe koşum için bacaklarımda derman kalmadı. Kahveye varınca bizimkileri soruyorum, kalkalı yarım saatten fazla oldu diyorlar. Gerenköy yokuşlarında yavaşlayacaklarına dair umudum büyük. Rüzgar buradan sonra önden esecek, hızım çok düşecek ama beni yavaşlatan rüzgar onları da yavaşlatacaktır. Gözüm lastiklerde Seyrek girişine kadar geliyorum. Henüz problem yok, benzinlikte durmadan yoluma devam etmeye karar veriyorum. Sadece su almak için her zaman yemek yediğimiz restoranda duracağım.
Meydana girdiğim anda Tolgayı görüyorum, sevinçten ışıldıyor olmalıyım. Ufak bir mola değil bu. Masa kurulmuş, Gerenköyden vazgeçmiş olmalılar. Ben onları gördüğüme, onlar beni gördüğüne seviniyoruz hep birlikte. Bir süre dışarıdakilerle sohbet ediyoruz. Bir şeyler yemek için içeri geçtiğimde tokuşan rakı kadehlerini görüyorum. Ben yemek söylerken Günay abi beni masaya çağırıyor. Elimde meze tabağımla çöküyorum masaya, bu gerginliğin üzerine ne güzel olur bir duble rakı, ya da iki, ya da…