27 Nisan 2013 Cumartesi

Çiğli-İzmir Duatlonu


Yarış sabahı saat 9.00 da kayıt yaptırmak üzere yarış alanına giderken aklımda kuytu bir köşede kilidi açma, ayağımı kilide geçirme, düşmeden viraj dönme gibi beceriler üzerine çalışmak var. Bu ilk yanılgım…

O güne kadar ki bütün yarışlarım sabah erken saatte olduğundan hafif bir kahvaltı ile yetinmeme rağmen o gün yarış 14.00de. Sabah erken saatte kahvaltı edersem yarıştan iki saat önce bir şeyler yiyecek kadar acıkmış olurum düşüncesiyle 7.00de kahvaltı ediyorum. Bu da ikinci hatam…

O hengâmede kaydımızı ancak ilk grup yarışa başlarken tamamlayabiliyoruz. Pedalı takıp çıkarma çalışması yapayım diye düşünürken bisiklet ve kaskı yarış alanına bırakmak gerektiğini öğreniyorum. Dahası, yarışı seyret, arkadaşlarla sohbet et, taktikler öğren derken günün heyecanı da buna eklenince hesapladığım gibi yarıştan 2 saat önce karnım acıkmıyor.

Yarış anonsu ile birlikte açlığımı da hissetmeye başlıyorum. Enerji içeceğini almak için çantayı bıraktığım yere doğru yürürken “adı okunduğunda burada olmayan yarışmacılar diskalifiye edilecektir” anonsunu duyunca, geç başlayan yarışlarda kahvaltıyı mümkün olduğunca erteleyip yarış başlamadan 2 saat önce güçlü bir kahvaltı yapmanın en avantajlısı olduğunu anlayıp koşarak start alanına gidiyorum.

Koşu boyunca açlığımı unutuyorum ama hızlanamıyorum da… Yarış sonunda önceden belirlemiş olduğum ortalama hızda koştuğumu fark edecek olsam da karşıdan esen rüzgar, alışık olmadığım toprak yol, hızımı azaltan keskin virajlar ve son turda tur bindiren bir grup yarışçı 5k boyunca bende çok yavaş gittiğim hissi uyandırıyor.  

Değişim alanına geldiğimde kilitli ayakkabıya geçmenin bana avantaj sağlamayacağını, aksine zaman kaybettireceğini biliyorum ama bu yarış kürsü değil tecrübe yarışı olacaksa günlük antrenmanlarda tecrübe edemedim hiçbir şeyi burada atlamamam gerektiğini düşünüyorum. Yarıştan 1 hafta önce internetten değişim alanlarıyla ilgili yazı okurken “birkaç km koştuktan sonra yüksek nabızla ayakkabı değiştirmeyi deneyin” ile ne demek istendiğini burada anlıyorum. Öyle yazıldığı gibi “bir ayağınızla diğer ayağınızda ki ayakkabıyı çıkarırken diğer yandan kaskınızı giyin” falan tamamen hikâye… Kalbiniz ağzınızda atarken ne ellerinize söz geçirebiliyorsunuz, ne de tek ayak üzerinde dengede durabiliyorsunuz, nerede kaldı her ikisini aynı anda yapmak…

En nihayetinde bisikletin üzerine yerleştiğimde kilide ayağımı geçirmeye çalışmak beni de etrafta ki seyircileri de epey eğlendirse de, bisiklete düşündüğümden hızlı başlıyorum ve rüzgârın tam karşıdan geldiği zamanlar dışında bunu koruyorum. 3. turun sonlarına doğru bacaklarımda birikmeye başlayan laktik asit bisikletten sonraki koşuyu çıkarıp çıkaramayacağım konusunda beni endişelendirmeye başlayınca birinin arkasında dinlenmek istiyorum, izin vermiyor. Son tura girdiğimde artık çok yorulmuş olacak ki kaçamıyor, kaçamıyor ama bana bir fayda sağlamamak için hızı 29km/sa den 23km/sa lere kadar düşüyor. Rahatım yerinde, kendi yaş gurubumda yarışa katılan tek kişiyim. Yarışı, bisikleti sırtıma alıp bitirsem yine kürsüdeyim. Koşu için enerjimi toplamış olacağımdan teselli bularak son 4km yi bu düşük ortalama ile arkadaşın dibinde kat edip birlikte değişim alanına ulaşıyoruz. 



2,5km yi koşarken başkasının bacaklarıyla koşuyor hissine kapılıyorum. Bana yürümekle sürünmek arasında tamamlamışım gibi gelen koşuyu ortalama 4.55 pace ile geçtiğimi görmek beni şaşırtıyor. 1:27:00 lik derece beni, hak ettiğimden şüpheye düştüğüm kürsüye hiç alkışsız, tek başıma çıkartıyor.

1 yorum:

  1. Kendinize haksızlık ediyorsunubir performans sergilemişsiniz.z. yürümeyi spor zanneden bir toplumda sıra dışı bir performans sergilemişsiniz. kutlarım. Bakalım ben ne yapılan

    YanıtlaSil