1 Nisan 2013 Pazartesi

Uçan Deve

İlk duatlonumun ardından bir tane bile fotoğrafım yok. Ne koşarken, ne bisiklette, ne de kürsüde… Yarıştan 15 gün sonra bir arkadaşım Cyclingtr ın youtube da yayınladığı videosunda benim de göründüğüm haberini verince bilgisayarın karşısına kurulup seyre dalıyorum.

Yarışlara katılmaya karar verdiğimden beri koşu-bisiklet-yüzme teknikleri, yarış stratejileri, giyinme, beslenme, antrenmanlar hakkında epey araştırıyorum. 4 yıldır herhangi bir triatlon yarışına katılmaya cesaret edememiş olsam da bugüne kadar okuduğum onlarca kitap, sayısız triatlon dergisi, internetten ulaştığım yazılar ve videolar sayesinde teoride mükemmele(!) ulaşıyorum.

Bu okumuşluklar arasında bir koşu tekniğidir gidiyor. Yahu benim bildiğim insan doğar, büyür, yürür ve koşar, içgüdüseldir. Balığa yüzmeyi öğretmek gibi bir şey bu! O yüzden sık sık karşılaştığım “koşu bandında ayna karşısında çalışın, sıçramayın, kolunuz gövdenizin merkezini geçmesin, dik koşun” gibi uyarılara kulak asmıyorum: ay o ne saçmalık, tabi ki öyle koşmuyorum ben!

Her ne kadar yorgunluktan bitap düşüp, içe içe basmaya başlayan ayaklarımı seyretmeye dalıp da fotoğraf çekildiğini fark etmediğim zamanlarda karelere bir hilkat garibesi görüntüsü versem de ben bunun hep, o sırada ya çok yorgun ya da düşük tempoda koşuyor olmamdan kaynaklandığına inanmışımdır. Fotoğraflarda ayakları yerden kesilmiş, kameralara zafer işareti yaparak poz veren birçok koşucu, fotoğrafçının deklanşöre basmasından 5-10 sn öncesinde dili susuzluktan dışarı çıkmış, omuzları yorgunluktan düşmüş, suratı sarkmış olarak yürümekte, yürümüyorsa da sürünmektedir. 100mt önümüzde aniden dikleşen, canlanan, hızlanan diğer koşucular bizim için, az ileride ki radarı haber vermek üzere karşı şeritten selektör yapan araçlar gibi uyarıcı niteliğindedir: dikkat fotoğrafçı var!

O sebepledir ki ben yarış sırasında çekilmiş çoğu fotoğrafıma bakarken bir estetik harikası olduğumu düşünmüşümdür. Ta ki Cyclingtr ın videosunu izleyinceye kadar.



Videonun ortalarına doğru uzaktan koşarak gelen kendimi kıyafetimden tanıyorum. Yaklaştıkça gözlerime inanamıyorum. Omuzlarım yukarı aşağı inip kalkarken gövdem sağa sola dönüyor, kollarım oradan oraya savruluyor ve ayaklarım yere konarken dışa, yerden kalkarken içe basıyor. Bu hareketi benim diyen tangocunun yapamayacağına bahse girerim! Triatlon mayosunun üzerine giydiğim uzun kollu forma üzerime tam oturmadığından elimin kolumun, omzumun, gövdemin garip salınımlarına uyarak sağdan sola yukarıdan aşağıya bir devinim içinde. İnanılır gibi değil! Bir kelebekten çok uçan bir deveyi andırıyorum. Çocukken okuduğum ve çok etkilendiğim Samed Behrengi'nin kitabı geliyor aklıma: Püsküllü Deve. Ama iyimserliğin lüzumu yok. Bu görüntüler kitapta adı geçen sevimli oyuncak deveden çok uzak, anca hörgüçlü deve! 

Tez zamanda koşu bandı üzerinde, ayna karşısında çalışmalara başlayacağım!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder