14 Mart 2013 Perşembe

2012 Avrasya Maratonu

Allahım, nasıl bir kabustu o? Tüm antrenmanlar dahil hayatımın en berbat koşusu. Bunu hazmetmek ve yazıya dökebilmek o yüzden 4,5 ayımı alıyor.

Evet, maraton koşmak meşakkatli bir iş, takdire şayan bir iş. Bu yüzden bu işe karar veren, emek veren herkesi -kendim dahil- yürekten kutluyorum. Hatta sadece maratonu koşup bitirenleri değil, maratonu koşabilmek için ızdırapla geçen 4 ayı atlatabilen herkesi kucaklıyor ve öpüyorum.

İlk maratonumu Mart 2012de Antalya’da koşuyorum, o kadar rahat koşuyorum ki, az daha çalışsam harikalar yaratırım sanıyorum. Bir kere insan bir kez maraton koşunca, üzerine gereksiz ve hiç de hak etmediği bir güven geliyor. 10km yi hazırlanmadan da koşarım, üstüne bi de PB (personal best) yaparım falan oluyor. Temmuz ayında British 10k London Run da gördük PB yi! Ama uslanmadık tabi. Avrasya da maraton koşmaya karar verdiğimde, yarışa sadece 13 hafta olmasına ve Mart ayındaki maraton yarışından beri uzun koşu yapmamış olmama rağmen daha önce bir maraton koşmuş olmama güveniyorum sadece. İşte insanın başına iş açan o güven, bu güven.

13 hafta sürmesi gereken yarış programının 5. haftada aniden kesilmesi ile antrenmanlar da düzensiz bir hal alıyor. İnterval ve tempo koşularından tamamen vazgeçiyorum, yarışa kadar 7 tane olmasını planladığım 30k ve üzeri uzun koşulardan sadece 2 tanesini yapabiliyorum ama hala hedefimden şaşmış değilim. Ne de olsa vaktiyle bir 42k koşmuşluğum var! Dahası yarışa 2 hafta kala antrenmanlara tamamen son veriyor, 1 hafta kala karbonhidrat yüklemesine başlamayı unutuyorum. Taper döneminde kilo almayı beklerken 2 kg verdiğimi görünce bir yerlerde yanlış yaptığımı ilk kez fark ediyorum, hedefimle ilgili kuşkular da böylece başlıyor.

Nihayetinde yarış günü maratonu 4 saatin altında bitirecek bir program izlemediğime kendimi ikna edip, yarışı zorlanmayacak bir pace le bitirmeye karar veriyorum. Aksilikler burada bitmiyor: yanımda sadece 2 tane enerji tableti var. Geriye kalanını istasyonlardan alırım diye düşünüyorum. Ne var ki Avrasya maratonunda, Runtalya’da olduğu gibi powerade ler, portakallar, muzlar yok. İstasyonlarda sadece su var. Karbonhidrat yüklemesi yapmadığım için daha 18.km ye gelmeden acıkıyorum. İlk tablet bozuk çıkıyor, suda erimiyor. Su şişesiyle birilikte atıyorum, ikincisini denemiyorum bile. 42km boyunca su dışında hiçbir destek alamıyorum. Yarış öncesi karbonhidratla beraber yeterli sıvı da tüketmediğimden yarış sırasında suya doymuyorum. Koşarken damla damla içebildiğim su yetmiyor. Sık sık, kana kana su içmek için durmayı düşünmekten koşuya konsantre olmakta zorlanıyorum.

21km ortalamam Runtalya ortalamamla aynı olmasına rağmen yapmadığım interval ve tempoların acısı burada çıkıyor. Kelimenin tam anlamıyla pilim bitiyor, duvar dedikleri bu olsa gerek! Yolun karşısında 28.kmde geri dönüp finishe koşanları ve onların sadece birkaç yudum içerek yere attıkları dolu powerade şişelerini yutkunarak izliyorum. İzliyor ve bir yandan da homurdanıyorum: bu iş yavaş koşucuların işi değil. 3.5 saatin altında koşabileceksen koşacaksın yoksa hiç girmeyeceksin bu işlere. Nene gerek senin maraton? Koş yarı maratonunu paşalar gibi…

Asıl facia 28.kmde döner dönmez kafadan esen rüzgarın şiddetini fark edince başlıyor. Ne yaparsam yapayım pace imi koruyamıyorum. Giderek daha da yavaşlayarak aç, susuz, yorgun finish e doğru sürünüyorum. Yorgunluk sadece bedenimi değil, ruhumu da uyuşturuyor. 40km tabelasını gördüğüme sevinemiyorum bile, 2 km 2 gün gibi geliyor.

Tarifsiz acılar içinde vardığım finish çizgisinden 500mt ötedeki otele gitmek 20 dakikamı alıyor. Ancak uçağa bininceye kadar sürecek olan koşu hayatımı bitirime kararımı da o 20 dakikada alıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder