8 Haziran 2011 Çarşamba

Sosyalleşmek Zamanı


Temmuzun 12sinde, Kasım ayında katılacağım Atina maratonuna hazırlanmaya başlayacağım. Aradaki süreyi fırsat bilip hafta sonu bisiklet turuna katılıyorum. Bu hafta sonu hava kuvvetlerinin 100. yıl gösterileri var. Cumartesi günkü Seyrek gezisinde gösteriyi de seyredeceğimizi öğreniyorum. Bisiklet binmeye hasret kaldığımdan olacak, ayakta dikilip 3 saat gökyüzünü seyretmektense bisiklete binmeyi tercih ederdim ama ses çıkarmıyorum. Kaklıç’tan kalkarken uçakların sesleri duyuluyor ve nerden seyredebileceğimiz tartışılıyor. Anlıyorum ki günün geri kalanı ile ilgili henüz bir plan yok. Seyir yeri olarak bir dut ağacının altından bahsediliyor. Uçaklar değil ama dut fikri bana cazip geliyor, kahvaltı etmeden çıktım evden.

Seyrek’in engebeli yolarında kimse önüne bakmıyor. Kafalar havada, uçakların gösterilerini izlemeye başladılar bile. İlk kim üzerime çıkacak diye gerilmekten bıkıp en öne geçiyorum. Gündüz ofiste yalnız, akşam evde yalnız olan bana bir konuşma hali geliyor hafta sonları. Böyle kalabalık grup olunca fırsatı kaçırmıyorum. Rüzgâr önden esiyor, zorlanıyorum ama konuşmaktan da geri kalmıyorum. Anlattıkça anlatıyorum. Dilim çıkıyor yorgunluktan, nefesim kesiliyor, boğazım kuruyor ama susmuyorum. Arkadaşın giderek hızlanmasının sebebi beni susturmak mı acaba? Aldırmıyorum.

Bahsi geçen seyir yerine ilk varıyoruz. Hemen ağacın altında ki duvara çıkıp dut aramaya başlıyorum, bir tane bile yok, hepsini yemiş olmalılar. 5 dakika içinde bizimkiler birer birer geliyor. Dutu şikâyet ediyorum “hiç kalmamış ki üzerinde”, biri cevaplıyor “çünkü o incir ağacı” Bizim dut ağacını kesmişler meğer. Dut ağacını incir ağacından ayıramayan doğasever ben, süklüm püklüm duvardan inip isteksizce uçakları izleyen bizimkilere katılıyorum.

Ters uçuyor uçaklar, beşi beraber uçuyor, biri yukarı çıkıyor, diğeri aşağı iniyor... Her seferinde bizimkiler heyecanla bağırıyor “ters gidiyor abi, bak, bak, bak, ters gidiyor” Ne var ki bunda? Eğer uçağın pilotu değilsen ve o heyecanı hissetmiyorsan uçağın düz ya da ters gitmesinden bize ne? Nasıl bir haz aldıklarını anlamadan bir süre seyrediyorum, sonra “karnımız acıktı, seyrekte yemek yiyip sonra gelip seyredelim” ekibine katılıyorum, zaten dut da yiyemedik!

Yemekte bir arkadaşımla arıyor, akşamüstü saat 15.00de buluşmak üzere plan yapıyoruz. Bu beni günün kalanında uçak seyretmekten de kurtaracak. Saat 13.30da yola çıkıyoruz, ben “mola vermeden gideceğim” deyip ekipten ayrılıyorum. Bir arkadaş bana eşlik ediyor. Yetişebilmek için saate ortalama 25km hızla gitmemiz gerek. Zor değil çünkü rüzgar arkadan esiyor. Arkadaşım Kaklıç yolunda yavaşlıyor, ben yavaşlamıyorum, acelem var. 2 km kadar daha gidince “ya oradan dönecektik galiba fazla gittik” diyor. Yanlış gittiğimizi daha önce fark etmiş ama bana söylemek için susmamı beklemiş olmalı. Rüzgâr arkadan esiyor, yorulmuyorum, niye susayım ki?

Bizimkileri görüyoruz yolda, mola vermişler. Alper sesleniyor “yalnız mı gidiyorsun Nur?” Hayır diyecek oluyorum ama arkamı döndüğümde bana eşlik eden kişinin durduğunu fark ediyorum. Onu yol değil benim çenem yormuş olmalı. 1 km sonra tekrar yanımda görüyorum, kaldığım yerden anlatmaya devam ediyorum. Kaybettiğimiz süreyi telafi etmek için şimdi daha da hızlı gitmemiz gerekiyor. Eve vardığımda bacaklarım değil, boğazım ağrıyor.

Hafta sonu bu insanları bezdirmemek için hiç değilse hafta içi akşam antrenmanlarından vazgeçip biraz sosyalleşmeli mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder