22 Şubat 2011 Salı

Izmir Musıki Günleri: Şevki Bey


Arza lâyık değil amma hünerim
Nâçizane bini buldu eserim

Akşamüstü bir arkadaşım konsere davet ediyor beni. Haftanın ilk günü, hem de ertesi gün 6 da kalkacakken, hem de klasik Türk müziği için, program yapmak âdetim olmasa da son günlerde spor dışında hayatımda hareket olmadığını düşünüp atlıyorum hemen teklifin üzerine. En kötü ne olabilir ki?

Ta ki klasik batı müziği konserleri İzmir’in diğer ucunda ki Adnan Saygun konser salonuna taşınıncaya kadar, birlikte her hafta klasik müzik konserlerine gittiğimiz arkadaşımı arıyorum. O her türlü sıkıcı müziği hayranlıkla dinleyen arkadaşımın “çekemem şimdi öyle müzikleri” demesinden anlamalıydım ama anlamıyorum.

Bir hayli erken varıyoruz salona, diğer arkadaşlarla buluşup sohbete başlıyoruz. Daha önce tanımadığım bu diğer arkadaşların ortak özelliğinin, hepsinin ya bir zamanlar ya da halen bir koroya dahil olması olduğunu fark ediyorum sohbet ilerlerken. Herkes birbirini tanıyor, hoş bir bayan masamızda ki başka bir hoş bayanın yanına gelerek “siz Ömer beyin korosundaydınız değil mi? ben de …. korosundayım” diyor. Orda ki tek yabancı benim.

Şarkıların isimleri, belki sözleri, besteci ve şef hakkında bilgiler bulacağımı düşündüğüm programda alışık olmadığım şekilde notalar var. “neden?” diyorum arkadaşıma. “E biz seyirciler de katılacağız şarkılara” diyor. “nasıl yani? Nota olmadan eşlik edemiyor musunuz?” Sanki elini yıkamadan ameliyata girsen olmaz mı demişim gibi kaşları hayretle kalkıyor “olmaz tabi ki” diyor.

Bu sefer benim kaşlar kalkıyor: sadece koro ve solistin değil, seyircilerin bile profesyonel olduğu bir konser salonu! Nasıl bir topluluk içindeyim ben? Umarım benden de eşlik etmemi beklemezler. Salonun boşalmaması ya da spotların bana dönmemesi için bunu yapmamalılar.

Programı elime alıp rasgele bir sayfa açıyorum,
Dil yâresini andıracak yâre bulunmaz
Dünyâda gönül yâresine çâre bulunmaz
Her derdin olur çâresi meşhur meseldir
Dünyâda gönül yâresine çâre bulunmaz

Ve notalara bakıyorum: tepesi taklak iki nota var, altında “dil” yazıyor. Sonra ki 6 notanın altına sadece “ya” var, dil yaresini andıracak yâre bulunmaz: 14 hece, 54 nota. Durum anlaşılmıştır…

Ben bunlara gömülmüşken dürtülüyorum: “Bak fark ettin mi?” diyor arkadaşım, “neyi?” diyorum. “Başa dönmeleri gerekiyordu, biri döndü, diğeri dönmedi” Yuh diyorum kendime, bunu bile fark edemeyecek durumdasın, nene gerek senin klasik Türk müziği!

Konser başlamadan önce, Şevki Beyin 31 yıllık kısa yaşamında 1000in üzerinde beste yaptığı ve hiç birinin bir diğerine benzemediği anlatılıyor. Konser sonunda bana hepsi birbirinin aynı gibi geliyor ama hayretler içinde hiç sıkılmadığımı fark ediyorum.


21 Şubat 2011 Pazartesi

Sports International da 22 km


Havalar henüz benim standartlarım için yeterince ısınmadığından uzun koşularımı hafta sonları sports internationalın 125 mt lik koşu parkurunda yapıyorum. Alçım çıktığında uzun koşuya, yarıştan önce en az iki kez 21 km nin üzerinde koşacağımı hesaplayarak her hafta 1,5-2 km ekleyecek şekilde program yapıp, 8 km ile başlamıştım.

Cumartesi günü 125mt de deli danalar gibi dönüp durmak sıkıcı geldiğinden (sıkıcı olmaktan da öte, mahallenin delisi unvanını almama ramak kaldığını hissettiğimden) treadmill de koşmaya karar veriyorum. Aletin tepesinde 1,5 saat geçirdikten sonra cumartesi programıma geç kalacağımı bahane ederek uzun koşuyu havanın güzel olacağını umarak Pazar gününe bırakıyorum.

Pazar sabahı rüzgârı görünce moralim bozuluyor, hiç de hakkım olmadığını bilerek o günü dinlenme günü ilan edip kendime başka bir program yapıyorum. 22km, pazartesi günü spor salonunda koşulacak.

Geçen hafta iki tur attıktan sonra canım koşmak istememiş stationary bike da 1 saat geçirmiştim. Artık erteleme şansım da yok, yarışa sadece iki hafta kaldı. Koşuya başladığımda hava karanlık, saat 6 yı biraz geçiyor, 6.30 grubu orda. Orta yaşın biraz üzeri erkeklerden oluşan bu grup, onları her geçişimde hırslanıp hızlanıyorlar. Kulaklığıma rağmen, “kadınlar bizi geçiyor abi, ayıp ayıp hızlanın” diyen telaşlı sesleri duyuyorum. Grupta kadın varsa en azından onu geçerim zihniyetine yürüyüş grubundan da alışığım. Bir gün omzumun üzerinden geriye dönüp “e ben kadınım ama sen de yaşlısın” demek en büyük hayalim.

7 ye doğru hava aydınlanmaya başlıyor, o saate kadar -neredeyse yarım saat- saate hiç bakmadığımı fark ediyorum. Sandığım kadar zor olmayacak zaman çabuk geçiyor diye seviniyorum son 5-6 km kala o 125 mt yi bile tamamlamanın ne kadar zor geleceğini bilerek... Hava açıyor. Dün bu kadar açık olsaydı keşke, dışarıda koşar bu eziyete katlanmazdım diye söyleniyorum içimden. uuzn sürmüyor üzüntüm. Radyodan “yağmur bugün egeyi terk ediyor” anonsuna inat kara kara bulutlar kaplıyor mavişehiri, hemen ardından yağmur çiselemeye başlıyor, keyifleniyorum.

Tur sayısını rahat sayabilmek için koşuyu 10lu gruplara ayırıyorum. Bu koşuyu da 17 gruba ayırdım, 17x10+6. Hızımı ve her on turu kaç dakikada bitireceğimi biliyorum. Aralarda dalsam bile kaç tur koşmuş olduğumu hesaplıyabiliyorum. Zaman zaman müziğe, düşüncelere ya da spor yapan diğer insanlara dalmazsam koşarak neredeyse 2,5 saat geçirmek neredeyse imkânsız. 9. 10 turda kafam karışıyor, 10. 10 turdayım sanıyorum. Yarısından fazlasını koştum, sadece 10 km kaldı diyorum. Yani en fazla 1 saat, üstelik yorgun da hissetmiyorum, hızlanıyorum. Toplam koşu süresini tahmin etmeye çalışınca 10arlı grupları sayarken hata yaptığımı fark ediyorum. Zira bu yavaş tempo ile 22 kmyi 2 saat 10 dakikada bitirmem imkânsız. Bu moral bozukluğu birden bire yavaşlamama sebep oluyor.

Dışarıda güneş açtı, koşuya karanlıkta başlayıp güneşi görünce bana öğlen olmuş gibi geliyor. Boğazım kurudu, yutkunamıyorum. 100. turun bitmesi şerefine 30sn lik su molası veriyorum. Sağ bacağımın iç tarafında hafif bir sızı başlıyor ama canımı yakmıyor. Kası hissetme sebep olan bu hafif ağrı beni motive ediyor, biraz daha hızlandırıyor. Saltanat fazla sürmeyecek, 15. km den sonra gerçek ağrılar başlayacak.

İnsanlar geliyor, yürüyor, koşuyor, ağırlık çalışıyor, personal training odasına girenler işini bitirip çıkıyor, havuzun yerleri köpürtülüyor, yıkanıyor, cilalanıyor, ben hala koşuyorum. Eğer yorgunluk yoksa yani kalp atış hızı belli bir tempoyu yakalamış ve vücut buna alışmışsa, 15-16.km lerden sonra vücut uyuşuyor, beyin koş diyor bacaklar koşuyor. Neden diye sormuyor. O uyuşukluk hali gelince 40-50km yi de aynı tempoyla koşarmışım gibi geliyor bana. Son 26 tur, çabuk bitsin diye tempoyu arttırmak istiyorum ama bacaklarımda ki ağrı hızlı tempoyu birkaç turdan fazla sürdürmemi engelliyor. Boş ver diyorum kendime, sen bitir yeter!

8.30 a doğru bitiyor, sportsun merdivenlerinden inerken bir komik yürüdüğümü fark ediyorum ağrılar yüzünden. Kalça kemiğimden ayak parmağıma kadar vücudumda ki her bir kası ve her bir kemiği tek tek hissediyorum. Merdivenlerden yuvarlanmiyim diye duvara dokunuyorum hafifçe. Bacaklarının üzerinde duramayan ve final çizgisine emekleyerek gelen insanlar ironman ya da maraton finalinde sık görülen bir manzaradır oysa ben hepi topu 22 km koştum. Sanki hiç hayatımda 22 km koşmamışım gibi... Zınk ediyor bir şey beynimde aniden, ben hiç hayatımda 22 km koşmadım ki!

14 Şubat 2011 Pazartesi

Spinning Seansında Acemi Dalgıç Sendromu

Tüplü dalışla ilk tanışan insanlar, o güne dek suyla ilgili herhangi aktivitelerinde hiç kullanmamış oldukları bir yığın alet edevatı üzerine alınca yadırgarlar. Su dışında regülatör, bc ve belde ki kurşun ağırlıkların ağırlığı altında ezilen  dalgıç su içinde sağında solunda uçuşan ahtapotu, bc nin fazla uzun gelen daraltma bantlarını nasıl zapt edeceğini bilemez. İlk 20–30 dalış acemi dalgıç için gerçek bir zulümdür ve dalışı bitirerek tekneye çıkan dalgıçların replikleri hep aynıdır. Dengesiz konan ağırlıklar ve bedene bol gelen bc yüzünden su altında denge korunamamış, maske sürekli su almış, paletler dar gelmiştir. Dalış kötü geçmiştir ve dalgıcın kendisinden başka her şey ve herkes suçludur.

Tıpkı benim spinning seansımda olduğu gibi.

Bu pedalları büyük yapıyorlar, ayağın ucunu başta ki kafese yerleştirince pedal ayak kemerine denk geliyor. Ayağımı uygun pozisyona yerleştirmeye çalışırken daha senasın başında ayak tabanıma kramp giriyor. 17 kişiyiz, benden başka kadınlar da var ama kimse rahatsız görünmüyor. Isınma kısmını ayak tabanından parmaklara doğru yer değiştiren krampla tamamlıyorum. Daha önce ki seanslarda ısınma sonunda su içmek için 10-15 sn izin verilir ama bu akşam direk konuya giriliyor. Ayağa kalkıyoruz, omuzlar sabit diyor. Omuzları sabit tutmak için dizlere nasıl bir baskı uygulandığından haberi var mı bunun? Bu bacaklar yarın aç karnına 10 km koşacak. Karşıdaki camda yansıyan görüntüye bakıyorum, benden başka kimsenin omuzları hareket etmiyor. Omuzların oynamasına engel olmak için dizlerime yükleneceğime biraz tempoyu düşürüyorum.

Tempo diyor Hatice, olağan temponun biraz daha üzerine çıkıyorum müzikle de uygun gidiyorum ama diğerleri speedy gonzales gibi, onların ayaklarını seyretmek düşük enstantane ile çekilmiş hareket fotoğraflarına bakmak gibi. Çok da hımbıl görünüyorlardı ama… Hırslanıp hızlanmayı deniyorum, hızlandıkça selenin üzerinde hopluyorum, onlar hoplamıyor. Direnci düşürüyorum, direnci arttırıyorum ama ne kadar uğraşsam da bostanlı sahilinde ki rekreasyonel bisikletçi hızından bir kademe üste çıkamıyorum. Onların yapıyor olup da benim yapamıyor olmam canımı çok sıkıyor. Belki her hafta gelerek bir iki ay sonra ben de belli bir temponun üzerine çıkabilirim diye teselli ediyorum kendimi.

Şimdi 4 yukarıda, 4 geride, 4 oturarak diyor Hatice. Yukarıda ve oturma kısmı kolay ama ya geride?? Herkes, özellikle kadınlar çok estetik görünüyor. Bense geriye doğru gidince popom selenin ucuna çarpıyor. Halbuki diğerleri kolları tamamen gerilinceye kadar geriye yaslıyorlar vücutlarını. Benim sele mi çok önde acaba? Yüksekte mi? Ya da gidon mu yakın? Bir şeyler değişir umuduyla iyice geriye gidiyorum, bu sefer popomla selenin arka ucuna çarpmaya başlıyorum. 10 dakikadır çarpışıyorum seleyle, müzik değişiyor, tam kurtulduk derken tempo diyor Hatice, daha hızlı çarpıyorum. Canım yanıyor ama konu can acısı değil. Çarpmanın etkisini azaltmak için tempoyu düşürsem benden başka bu işi ağırdan alan yok. Dikkat çekmek de istemiyorum, ertesi gün havuza girerken popomda açıklanamaz morluklar oluşmuş olmasını da.

Seans sonunda esneme hareketleri için Hatice bizi bisikletten indiriyor. Nasıl kasıldıysam seans boyunca, yere ayak basar basmaz kramp tekrar yokluyor. Ayağımın bütün parmakları birbirinin üzerine binmiş halde, seleye, pedala, gidona söylenerek iniyorum havuza.