Yarış
sabahı saat 9.00 da kayıt yaptırmak üzere yarış alanına giderken aklımda kuytu
bir köşede kilidi açma, ayağımı kilide geçirme, düşmeden viraj dönme gibi
beceriler üzerine çalışmak var. Bu ilk yanılgım…
O güne
kadar ki bütün yarışlarım sabah erken saatte olduğundan hafif bir kahvaltı ile
yetinmeme rağmen o gün yarış 14.00de. Sabah erken saatte kahvaltı edersem
yarıştan iki saat önce bir şeyler yiyecek kadar acıkmış olurum düşüncesiyle 7.00de
kahvaltı ediyorum. Bu da ikinci hatam…
O hengâmede
kaydımızı ancak ilk grup yarışa başlarken tamamlayabiliyoruz. Pedalı takıp
çıkarma çalışması yapayım diye düşünürken bisiklet ve kaskı yarış alanına
bırakmak gerektiğini öğreniyorum. Dahası, yarışı seyret, arkadaşlarla sohbet
et, taktikler öğren derken günün heyecanı da buna eklenince hesapladığım gibi
yarıştan 2 saat önce karnım acıkmıyor.
Yarış
anonsu ile birlikte açlığımı da hissetmeye başlıyorum. Enerji içeceğini almak
için çantayı bıraktığım yere doğru yürürken “adı okunduğunda burada olmayan
yarışmacılar diskalifiye edilecektir” anonsunu duyunca, geç başlayan yarışlarda
kahvaltıyı mümkün olduğunca erteleyip yarış başlamadan 2 saat önce güçlü bir
kahvaltı yapmanın en avantajlısı olduğunu anlayıp koşarak start alanına gidiyorum.
Koşu
boyunca açlığımı unutuyorum ama hızlanamıyorum da… Yarış sonunda önceden
belirlemiş olduğum ortalama hızda koştuğumu fark edecek olsam da karşıdan esen
rüzgar, alışık olmadığım toprak yol, hızımı azaltan keskin virajlar ve son
turda tur bindiren bir grup yarışçı 5k boyunca bende çok yavaş gittiğim hissi
uyandırıyor.
Değişim
alanına geldiğimde kilitli ayakkabıya geçmenin bana avantaj sağlamayacağını,
aksine zaman kaybettireceğini biliyorum ama bu yarış kürsü değil tecrübe yarışı
olacaksa günlük antrenmanlarda tecrübe edemedim hiçbir şeyi burada atlamamam gerektiğini
düşünüyorum. Yarıştan 1 hafta önce internetten değişim alanlarıyla ilgili yazı
okurken “birkaç km koştuktan sonra yüksek nabızla ayakkabı değiştirmeyi deneyin”
ile ne demek istendiğini burada anlıyorum. Öyle yazıldığı gibi “bir ayağınızla diğer
ayağınızda ki ayakkabıyı çıkarırken diğer yandan kaskınızı giyin” falan tamamen
hikâye… Kalbiniz ağzınızda atarken ne ellerinize söz geçirebiliyorsunuz, ne de
tek ayak üzerinde dengede durabiliyorsunuz, nerede kaldı her ikisini aynı anda
yapmak…
En
nihayetinde bisikletin üzerine yerleştiğimde kilide ayağımı geçirmeye çalışmak
beni de etrafta ki seyircileri de epey eğlendirse de, bisiklete düşündüğümden
hızlı başlıyorum ve rüzgârın tam karşıdan geldiği zamanlar dışında bunu
koruyorum. 3. turun sonlarına doğru bacaklarımda birikmeye başlayan laktik asit
bisikletten sonraki koşuyu çıkarıp çıkaramayacağım konusunda beni endişelendirmeye
başlayınca birinin arkasında dinlenmek istiyorum, izin vermiyor. Son tura girdiğimde
artık çok yorulmuş olacak ki kaçamıyor, kaçamıyor ama bana bir fayda sağlamamak
için hızı 29km/sa den 23km/sa lere kadar düşüyor. Rahatım yerinde, kendi yaş
gurubumda yarışa katılan tek kişiyim. Yarışı, bisikleti sırtıma alıp bitirsem
yine kürsüdeyim. Koşu için enerjimi toplamış olacağımdan teselli bularak son
4km yi bu düşük ortalama ile arkadaşın dibinde kat edip birlikte değişim
alanına ulaşıyoruz.
2,5km yi
koşarken başkasının bacaklarıyla koşuyor hissine kapılıyorum. Bana yürümekle
sürünmek arasında tamamlamışım gibi gelen koşuyu ortalama 4.55 pace ile geçtiğimi
görmek beni şaşırtıyor. 1:27:00 lik derece beni, hak ettiğimden şüpheye
düştüğüm kürsüye hiç alkışsız, tek başıma çıkartıyor.