Bu, okunmayan bir blog. Abim bile okumuyor. Biliyorum çünkü geçen kış İngiltere’ye gittiğimde abimin eşi, Alina, “bana çevirir misin Nur’un yazdıklarını, ben de okuyayım” dediğinde abim “ben bir yazısını okudum, okunacak bir şey yok” demişti.
Alina’yla o gün, insanların başarısızlık değil de başarı öykülerini sevdiğini saptıyoruz. Maddi güçlüklerle kurulan mahalle futbol takımının şampiyon olmasını, kocası tarafından aldatılan sıradan bir ev hanımının başarılı bir iş kadınına dönüşmesini, üniversitede aşağılanan sivilceli suratlı öğrencinin şansı ve hırsı sayesinde popüler ve zengin bir iş adamı olmasını, Body For Life’da hımbıl birinin 3 ay içinde fit ve kaslı bir insana dönüştüğünü anlatan “transformasyon” öykülerini severiz biz. Oysa bu blogda yapılabilenler değil, yapılamayanlar anlatılıyor. Kimsenin öyküneceği, kendini “yerine koymak” isteyeceği yazılar değil bunlar. Daha çok, kendisiyle barışık olmayan insanların kendi zayıflıkları ile yüzleşerek daha da nefret edeceği öyküler.
Bunu bildiğim için 1 yıldır yazdığım bu blogu ailem dışında kimseyle paylaşma gereği duymuyorum. Mayıs ayında yazdığım Bozcaada Yarı Maratonu ile ilgili yazım, yarışı organize eden Yarış Takvimi tarafından kendi sitelerinde duyurulduğunda yaşanan küçük dalgalanma dışında sitenin okuyucu sayısı planlandığı gibi 3-4ü geçmiyor.
Geçen hafta ki bisiklet turunda yaşananlar blogumun kaderini değiştiriyor. Yeterli ilgiyi görmediğini ve tarafımdan sürekli terslendiğini düşünerek benden intikam almak isteyen Ahmet, orda olmadığım bir anda adımı içki sofrasına getiriyor. “Bana ters davranıyor, ne biçim konuşuyor” diye başlıyor, niyeti beni rakı masasına meze yapmak olmalı ama Günay Abi fırsat tanımadan susturuyor : “Nur delikanlı kızdır, kıvırmaz, düşündüğünü söyler, laf söyleme ona” . Yönetim kademesinden umduğunu bulamayınca ikinci kez şansını ben uyumaya gittikten sonra diğer üyelerle deniyor. Onları da galeyana getiremeyince hevesi kursağında kalıyor. Turdan döner dönmez uzun ve titiz bir araştırma ile blogu keşfediyor. Blogda yazılanlardan ve özünde iyi bir insan olduğundan bahseden sitemli bir mesaj atıyor. Cevap yazmıyorum. İşler istediği gibi yürümemiş olacak ki ertesi akşam Salı turundan bir arkadaş bana mesaj atıyor: “Ahmet sitenin propagandasını yapıyor, kızları sana karşı kışkırtıyor” Bir grupta bu kadar sevilen bir kadın varsa, ondan nefret eden kadınlar da mutlaka vardır diye düşünmüş olmalı ve bingo!
Ertesi sabah çemkiren ve hakaret eden mesajlarla açıyorum facebook u. Her zaman ki gibi sadece gülüyorum, silmiyorum, cevap da vermiyorum. Aksi takdirde ortamda ki dengesizlik Alev Alatlı’nın kuantum fiziğini Hülya Avşar’la tartışmasına benzeyecek. Duvarıma yazılan yazıyı görenler soruyor, blog dan bahsediyorum. Ahmet zaten bir gün önce yeterli reklâmı yapmış, duyan açıyor, açıp okuyanlar bir başkasına haber veriyor.
Bir beceriksizin anıları, benim yazdığım ve sadece babamın düzenli olarak takip ettiği bir blog ken birden göz önüne çıkıyor, herkesin haberi oluyor. Yüzlerce üyesi olduğunu tahmin ettiğim yarış takviminin ana sayfasında yayınlandığında bile bu kadar tıklanmayan sitede, işin içine nefret, intikam, öfke ve hırs girdiğinde reytingler tavan yapıyor.
En hareketli zamanı olan Mayıs ayının tamamında bile sadece 68 tıklama alırken, daha 1. haftasında Temmuz ayı tıklanma sayısı 153’e ulaşıyor.
Emeği geçen herkese teşekkür ederim!
Nur, blogunu ben uzun zamandır izliyorum. Yazıların gerçekten içten ve okuması zevkli. Biraz daha fotografla süslersen okuması daha kolay olur. İyi bak kendine
YanıtlaSilÇağlar
http://caglar.ca
p.s Konak civarında olursan haberim olsun.