27 Mayıs 2011 Cuma

Korkunun Üzerine Gitmek: Çeşme-18K

Bozcaada yarı maratonundan sonra ki ilk Perşembe 19 Mayıs. Cumayı da tatil yapınca 4 günü arkadaşımla Çeşmede geçirmeye kara veriyoruz. Daily Mile cılar Perşembe günü Urla’da 18K koşup ardından 750m yüzme programı yapınca ben de Çeşme öncesi programa dahil olmaya niyetleniyorum. Çarşamba akşam bacağımın ağrısı Urla programını iptal etmeme sebep oluyor. Koşu kısmını Çeşme'de telafi edebilirim ama eğlenceden uzak kalacağımı bilmek içimi buruyor.

Ertesi sabah tamamen düzelmeyen bacağımla telafi niyetine 18K koşacağım. Otelden çıkınca ısınmak için bir süre yürüyorum. 300mt ilerlemeden bir kaç köpeği yolun orta yerinde yatıyor görüyorum. Heyecanlanmazsam bir şey yapmazlar. Nabzımı kontrol ediyorum: 82, köpeklerden biri ayağa kalkıyor, nabzıma bakıyorum: 102. Kafamı kaldırıp köpekle göz göze geliyorum, “hav” diyor, nabzım 120. Benim kalp Mercedes motoru gibi zira 3 saniyede 82den 120ye çıkacak başka araba bilmiyorum. Sonra ki iki gün parkurun bu kısmını arabayla kat edeceğim.

Alaçatı’nın ağaçlıklı yolundan ana caddeye çıkıncaya kadar birkaç kez daha bir grup köpek yolumu kesecek. İlk 20 dakika adrenalin, koşudan değil ama köpeklerden tavan yapıyor. Ertesi gün bu ara yolları atlayıp koşuya direk caddeden başlamaya karar veriyorum.

İş Bankası lokaline yaklaşırken ayaklanan köpekler tadımı kaçırıyor. Az önümde yürüyen insanların arkasından seyretmeye karar veriyorum ama köpeklerin hizasına gelmeden önce onları geçmiş olacağım. Başka bir köpeğe havladıklarını umut ediyorum ama sonuçta hayvan bunlar. Köpeklerle aramızda 5m kala, hemen önümde yürüyen ve giderek yaklaştığım başka bir insanın korkudan olacak köpeklerle muhabbete başladığını duyuyorum. O sohbet ederken ayakta dikilmiş bize bakan 4 köpeğin arasından usulca geçiyorum.

Migrosun önünde uyuz bir köpek neşe içinde bana katılıyor. Daha önce Datça’da da iki sokak köpeği ile koşmuştum. Diğer köpeklerden beni uzak tutacağını düşünerek durumdan hoşnut kalıyorum. Dalyan yokuşunu birlikte çıkıyoruz, benim tempom düşünce önüme geçiyor, arkasına dönüp bakıyor, “hav” diyor, ben hızlanıyorum, o önden devam ediyor, çok iyi anlaşıyoruz. Yokuş bitip de beyaz evlere doğru dönünce önümüzde 3-4 köpek yolu kesip havlamaya başlıyor. Korkmuyorum, bana değil yanımda kine havlıyorlar. Onlar kavga ederken ben aradan geçerim diye düşünüp vahşi hayvanlara doğru hızımı kesmeden ilerliyorum. Benimkinin temposu iyice düştü, suratıma bakıyor yalvarır gibi, ne beni bırakabiliyor, ne devam etmeye cesaret edebiliyor. Bu kadar sadık bir hayvanı kanlı bir vahşetin ortasına sokmaya kıyamıyorum, "hadi diyorum geri dönüyoruz". Dalyan yokuşunu geri inerken gerilip gerilip üzerime atlıyor mutluluktan. Diğer köpekleri görünce bunda da adrenalin tavan yapmış olmalıJ

Migrosun önünde başka bir uyuz köpek miskin miskin bize doğru yürüyünce bu kendini refüje atıveriyor. Anlıyorum ki Çeşme'nin en pısırık köpeği takıldı peşime. Gelirken rastladığım 4 köpekle hiç başa çıkamayacağını düşünerek karşı kaldırıma geçiyorum. Ama boş yolda karşı kaldırımda olmamız diğer ekip için yıldırıcı olmuyor. Benimkini görünce ayaklanıp havlamaya başlamakla kalmıyor yanımıza kadar gelip etrafımızı sarıyorlar. Benim ki bacaklarımın arasında, kuyruğu sıkıştırmış poposunu iyice kaldırıma yaklaştırmış, başını omuzları arasına gömüş tuhaf bir pozisyonda bir bana bir havlayan köpeklere bakıyor. Ya ben zaten köpekten korkuyorum heder olacağım aradaL Bende ki salakça sorumluluk duygusu uyuz köpeği tek başına bırakmama engel oluyor. Koşmayı da bırakamadan bir köpeklere doğru koşuyorum gitsinler diye bir benim kine doğru koşuyorum, ben köpekleri oyalarken uzaklaşsın diye. İstediğim tablo oluşmuyor. Benim ki benim dibimden ayrılamıyor korkudan, ben hem köpeklerin üzerine yürüyüp hem de aksi yönde koşamıyorum. Birkaç dakika uğraştıktan sonra özel alandan çıkmış olmalıyız ki havlamalar kesilmese de takip etmiyorlar, artık aramızda güvenli bir mesafe var. Ancak bu bağrış çağrış diğer köpekleri de alarma geçiriyor. 50 mt gitmeden benim ki aniden durup ayaklarıma dolanıyor. Ona n’apıyorsun diye söylenirken bize doğru gelen iki saldırgan köpek daha görüyorum. Biri nispeten ufak tefek ama diğer kocaman dik kulaklı ve boynunda dikenli tasma var. “Bu beni de aşar güzelim, başının çaresine bak” demek için dönecek oluyorum ama o çoktan karşı kaldırıma geçmiş bile.

Bir süre rahat yolumuza devam ettikten sonra seranın önünde bir adam “sizin yerinizde olsaydım karşıdan koşardım” diyor. “Evet, bence de ama orda köpekler saldırdığı için bu kaldırıma geçtik” diyorum, adam “siz bilirsiniz” derken dibimizde havlama seslerini duyuyorum. Karşı kaldırıma aynı anda nasıl uçtuğumuzu hatırlamıyorum. 9.km de peşime takılan köpek 18.km de alaçatı gişelerine çıkan son yokuşun hemen altında beni bırakıyor. Ben verdiğim bu mücadeleden sonra köpeklerden bir korkum kalmadığını sanarak son 5 km yi tek başıma koşuyorum.

Öğlen babama başımdan geçenleri anlatırken kısaca “bıraksaydın iti” diyor. E, hayvanlar için deli olan, Çeşme'de ki eve kedi getirip de annemin "ya ben ya kedi" tehdidi karşısında tercihini kediden yana kullanıp kediyle beraber evden kovulan bu adam değil miydi? Hımm, gerçi kediyi teknenin yanında balık tutmaya gelmiş çocuklu bir aileye teslim edrek iki gün sonra eve yine kesin dönüş yapan da bu adam! HIh, bu sorumluluk duygusu ya da koruma içgüdüsü belli ki bana babamdan geçmemiş.

21 Mayıs 2011 Cumartesi

Bozcaada Yarı Maratonu

Daily Mile’a antrenman giriyorum. Çağın’ın yaptığı yoruma Runtalya yarı maraton derecemi Bozcaada’da iyileştireceğim cevabını yazıyorum. Çağın her zaman ki moral bozucu dürüstlüğüyle “yapamazsın” diyor, “Bozcaada çok yokuş”. Pek inanmıyorum ama yarışa 1 ay kala koşu bandında %4 eğimde 800m lik intervallerle yokuş antrenmanlarına başlıyorum.

Yarıştan bir gün önce, Cuma günü saat 9.30da Geyiklide 14.00 feribotunu yakalayacak şekilde Bozcaada için yola çıkıyoruz. Bizim hesapları grubun bitmek tükenmek bilmez yeme alışkanlıkları mı bozdu bilinmez ancak saat 13.55de feribot iskelesinde olabiliyoruz. Araçlarla feribota binme şansımız yok, araçlı ya da araçsız yine de feribotu kaçırıyoruz. 17.00de ki feribotu beklerken deniz kenarında ki kafede saçma sapan yemekler yiyip, feribotu kaçırışımızı kumsalda biralarla kutluyoruz. Bozcaada yarı maratonu benim alkolle en çok içli dışlı olduğum yarış olacak. Zira son iki haftadır içmeye hiç ara vermedim.

8,5 saatin sonunda Bozcaada’ya varabiliyoruz. Kayıt alanından numaraları alır almaz karnımız tekrar acıkıyor. Ya da sadece benim ki acıkıyor. Ben elimde tuzlu leblebi paketi ile dolanırken, Noyanlar Bozcaada’nın meşhur(!)şaraplarından 3 şişe ve bolca peynir alarak adanın diğer ucunda gün batımını seyretmek üzere taksiye doluşuyorlar. Didem adaya daha önce gelmiş, konuya oldukça hâkim. Yanımızda onun aldığı otlu ekmek, pide ve 3 çeşit meze ile başka bir taksiye binerek bizimkilerin yanına gidiyoruz. Gözüme çok az görünen mezeyi 15 kişiyle paylaşmaktansa 4 kişi takside bitirme önerim Çağın tarafından ret ediliyor ama yolda mezelerin suyuna daldırarak yediğimiz ekmekler bizi nerdeyse doyuruyor.

Taksi şoförü bize o anda kat ettiğimiz yolun ertesi gün koşacağımız parkurun bir kısmı olduğunu söylerken bizim aklımız o an yediklerimizde olmalı ki pek ilgilenmiyoruz. İlgilenmiş olsaydık parkurun ne kadar yokuşlu olduğunu da fark edecektik. Zira o gün bisikletle ya da taksi tutarak yarış güzergâhını gezen birçok kişi 21k koşmaktan vazgeçiyor. Ne yazık ki o akşam yemekten sonra oturduğumuz kafede “daha önce yarı maraton koştum ama burada koşamazmışım” diyen grubun söyledikleri de bize bir anlam ifade etmiyor.

Ertesi gün 800e yakın koşucu start alanındayız. 13.km de çok dik bir yokuş olduğunu onun dışında fazla bir zorluğu olmadığını söylüyorlar. Yokuşta tükenmemek için hiç acele etmiyorum, ortalama 5.25 pace ile ilk 3k yı koşuyorum. Yarışı da zaten Runtalya da olduğu gibi 5.30 ile bitirmek niyetindeyim. Karşımıza çıkan %4-5 eğimli kısa rampalarda düşen tempo ile beraber ortalamam da düşünce Runtalya hedefimi iyileştirme düşüncem yerini bu yokuşlarda kendimi tüketmeden ve hiç yürümeden yarışı bitirmeye bırakıyor. En son pansiyonun önünde revize ettiğim dereceme sadık kalmaya karar veriyorum: 2.05

Akşam yemekte Fatih negatif sprint yapmamı tavsiye ederken ben yapamam diyorum. “Hangi tempoda başlarsam başlıyım son 4-5 km kala mutlaka yavaşlıyorum, o yüzden tempomu başlarda çok düşük tutmamalıyım” Evren’e benle birlikte koşmasını salık veriyor, onun da hedefi benimkine yakın. Ama Evren kendi tekniği olduğunu söyleyerek itiraz ediyor. İlk kilometreleri Evren yaklaşık 5.10 pace ile koşuyor. Eğer negatif sprint düşünüyorsa bunun onun için çok hızlı bir tempo olduğunu düşünüyorum. 3km bitiminde Evren'i geçiyorum, bir daha  karşılaşmıyoruz ama sonuçlar açıklandığında ikinci yarı maratonunu koşan biri için bu yokuşlarda müthiş bir performans göstermiş olduğunu göreceğim.

10K koşacak olanların dönüş noktasında köşeyi dönen herkes okkalı bir küfür savuruyor. 13.km de karşımıza çıkmasını beklediğimiz %7 eğimde ki yokuş 5.km nin bitiminde karşımızda görünüyor. Su istasyonu da yokuşun başında. Nefesim düzene girdiğinde içeceğim diyerek alıyorum, yokuş bitmek bilmeyince sudan iki yudum alıp atıyorum. Çok seyrek karşımıza çıkan su istasyonlarının bir diğerinde de masada duran iki suyu önümde ki iki koşucu alıyor. Ben de durmamak için susuz devam ediyorum yoluma.

Eğimleri %7-10 arasında değişen yokuşların ardı arkası kesilmiyor. Yokuşlar çok sık ancak inişler, çıkarken kaybettiğimiz zamanı telafi ett.rmeyecek kadar dik. 11km nin sonunda iki gündür sıkça bahsi geçen son yokuş varyant şeklinde önümüzde beliriyor. Birçok kişi buradan sonra parkurun rahat olacağını düşünüyor ama 14.km den sonra 2km boyunca devam eden  %3 eğimli rampa canımıza okuyor. Bir sonra ki yokuşla ne zaman karşılaşacağız beklentisi ile tempolar iyice düşüyor. Bu bol yokuşlu yarı maratonda yavaş tempoda o kadar rahat koşuyorum ki ilk kez koşu hayatımı sona erdirme kararı almıyorum. Hatta bunun kasım ayında Atina’da katılacağım maraton hazırlık antrenmanı olduğunu düşünerek seviniyorum.

Yarışın cumartesi olması ve ertesi günün bize kalması hepimize rahatça içme şansı tanıyor. Rakı sofrasını Bozcaada’nın gündüz emlakçı olan yegâne barında tekila ve biralar izliyor. Ertesi gün, o geceyi hatırlamak için birbirimizin anlattıklarına ihtiyacımız olacak.