Bozcaada yarı maratonundan sonra ki ilk Perşembe 19 Mayıs. Cumayı da tatil yapınca 4 günü arkadaşımla Çeşmede geçirmeye kara veriyoruz. Daily Mile cılar Perşembe günü Urla’da 18K koşup ardından 750m yüzme programı yapınca ben de Çeşme öncesi programa dahil olmaya niyetleniyorum. Çarşamba akşam bacağımın ağrısı Urla programını iptal etmeme sebep oluyor. Koşu kısmını Çeşme'de telafi edebilirim ama eğlenceden uzak kalacağımı bilmek içimi buruyor.
Ertesi sabah tamamen düzelmeyen bacağımla telafi niyetine 18K koşacağım. Otelden çıkınca ısınmak için bir süre yürüyorum. 300mt ilerlemeden bir kaç köpeği yolun orta yerinde yatıyor görüyorum. Heyecanlanmazsam bir şey yapmazlar. Nabzımı kontrol ediyorum: 82, köpeklerden biri ayağa kalkıyor, nabzıma bakıyorum: 102. Kafamı kaldırıp köpekle göz göze geliyorum, “hav” diyor, nabzım 120. Benim kalp Mercedes motoru gibi zira 3 saniyede 82den 120ye çıkacak başka araba bilmiyorum. Sonra ki iki gün parkurun bu kısmını arabayla kat edeceğim.
Alaçatı’nın ağaçlıklı yolundan ana caddeye çıkıncaya kadar birkaç kez daha bir grup köpek yolumu kesecek. İlk 20 dakika adrenalin, koşudan değil ama köpeklerden tavan yapıyor. Ertesi gün bu ara yolları atlayıp koşuya direk caddeden başlamaya karar veriyorum.
İş Bankası lokaline yaklaşırken ayaklanan köpekler tadımı kaçırıyor. Az önümde yürüyen insanların arkasından seyretmeye karar veriyorum ama köpeklerin hizasına gelmeden önce onları geçmiş olacağım. Başka bir köpeğe havladıklarını umut ediyorum ama sonuçta hayvan bunlar. Köpeklerle aramızda 5m kala, hemen önümde yürüyen ve giderek yaklaştığım başka bir insanın korkudan olacak köpeklerle muhabbete başladığını duyuyorum. O sohbet ederken ayakta dikilmiş bize bakan 4 köpeğin arasından usulca geçiyorum.
Migrosun önünde uyuz bir köpek neşe içinde bana katılıyor. Daha önce Datça’da da iki sokak köpeği ile koşmuştum. Diğer köpeklerden beni uzak tutacağını düşünerek durumdan hoşnut kalıyorum. Dalyan yokuşunu birlikte çıkıyoruz, benim tempom düşünce önüme geçiyor, arkasına dönüp bakıyor, “hav” diyor, ben hızlanıyorum, o önden devam ediyor, çok iyi anlaşıyoruz. Yokuş bitip de beyaz evlere doğru dönünce önümüzde 3-4 köpek yolu kesip havlamaya başlıyor. Korkmuyorum, bana değil yanımda kine havlıyorlar. Onlar kavga ederken ben aradan geçerim diye düşünüp vahşi hayvanlara doğru hızımı kesmeden ilerliyorum. Benimkinin temposu iyice düştü, suratıma bakıyor yalvarır gibi, ne beni bırakabiliyor, ne devam etmeye cesaret edebiliyor. Bu kadar sadık bir hayvanı kanlı bir vahşetin ortasına sokmaya kıyamıyorum, "hadi diyorum geri dönüyoruz". Dalyan yokuşunu geri inerken gerilip gerilip üzerime atlıyor mutluluktan. Diğer köpekleri görünce bunda da adrenalin tavan yapmış olmalıJ
Migrosun önünde başka bir uyuz köpek miskin miskin bize doğru yürüyünce bu kendini refüje atıveriyor. Anlıyorum ki Çeşme'nin en pısırık köpeği takıldı peşime. Gelirken rastladığım 4 köpekle hiç başa çıkamayacağını düşünerek karşı kaldırıma geçiyorum. Ama boş yolda karşı kaldırımda olmamız diğer ekip için yıldırıcı olmuyor. Benimkini görünce ayaklanıp havlamaya başlamakla kalmıyor yanımıza kadar gelip etrafımızı sarıyorlar. Benim ki bacaklarımın arasında, kuyruğu sıkıştırmış poposunu iyice kaldırıma yaklaştırmış, başını omuzları arasına gömüş tuhaf bir pozisyonda bir bana bir havlayan köpeklere bakıyor. Ya ben zaten köpekten korkuyorum heder olacağım aradaL Bende ki salakça sorumluluk duygusu uyuz köpeği tek başına bırakmama engel oluyor. Koşmayı da bırakamadan bir köpeklere doğru koşuyorum gitsinler diye bir benim kine doğru koşuyorum, ben köpekleri oyalarken uzaklaşsın diye. İstediğim tablo oluşmuyor. Benim ki benim dibimden ayrılamıyor korkudan, ben hem köpeklerin üzerine yürüyüp hem de aksi yönde koşamıyorum. Birkaç dakika uğraştıktan sonra özel alandan çıkmış olmalıyız ki havlamalar kesilmese de takip etmiyorlar, artık aramızda güvenli bir mesafe var. Ancak bu bağrış çağrış diğer köpekleri de alarma geçiriyor. 50 mt gitmeden benim ki aniden durup ayaklarıma dolanıyor. Ona n’apıyorsun diye söylenirken bize doğru gelen iki saldırgan köpek daha görüyorum. Biri nispeten ufak tefek ama diğer kocaman dik kulaklı ve boynunda dikenli tasma var. “Bu beni de aşar güzelim, başının çaresine bak” demek için dönecek oluyorum ama o çoktan karşı kaldırıma geçmiş bile.
Bir süre rahat yolumuza devam ettikten sonra seranın önünde bir adam “sizin yerinizde olsaydım karşıdan koşardım” diyor. “Evet, bence de ama orda köpekler saldırdığı için bu kaldırıma geçtik” diyorum, adam “siz bilirsiniz” derken dibimizde havlama seslerini duyuyorum. Karşı kaldırıma aynı anda nasıl uçtuğumuzu hatırlamıyorum. 9.km de peşime takılan köpek 18.km de alaçatı gişelerine çıkan son yokuşun hemen altında beni bırakıyor. Ben verdiğim bu mücadeleden sonra köpeklerden bir korkum kalmadığını sanarak son 5 km yi tek başıma koşuyorum.
Öğlen babama başımdan geçenleri anlatırken kısaca “bıraksaydın iti” diyor. E, hayvanlar için deli olan, Çeşme'de ki eve kedi getirip de annemin "ya ben ya kedi" tehdidi karşısında tercihini kediden yana kullanıp kediyle beraber evden kovulan bu adam değil miydi? Hımm, gerçi kediyi teknenin yanında balık tutmaya gelmiş çocuklu bir aileye teslim edrek iki gün sonra eve yine kesin dönüş yapan da bu adam! HIh, bu sorumluluk duygusu ya da koruma içgüdüsü belli ki bana babamdan geçmemiş.