20 Mayıs 2015 Çarşamba

Benim annem de herkesin annesi gibi...

Üniversite son sınıftayım. Aynı yıl İzmir Devlet Tiyatrosuna yevmiyeli sanatçı olarak girdim. Daha havalı diye bu tanımı kullanıyorum ama bilinen adıyla figüran kadrosu. 

Turneye çıktık, Ankara'dayız. Otele yerleşir yerleşmez bir gurup arkadaş yakınlarda bir kafeye gittik. Kafenin telefonu çalıyor, annemi anlatmışım belli ki birilerine "nur annen arıyor" diye takılıyorlar. Kekerek kikirik gülüyorlar. Ben gülmüyorum çünkü arayan annemse şaşırmam.

Otobüs şirketlerinin kendilerine ait mola tesislerinin olmadığı dönemler. İzmir'e dönüş yolunda iptidai bir tesiste duruyor otobüs. Bir otobüs dolusu insanın içine dalıyor bir çalışan, benim adımı seslenerek. Alıyor beni, ankesörlü telefona götürüyor "sizi arıyorlar" diye. "yok artık" diyorum inanmayarak, gülüyorum bizimkilerin şakası diye. Yok şaka değil, adam tutuşturuyor ahizeyi elime. Alo diyorum, annem!

Ankara - İzmir yolu üzerindeki bütün tesisleri rehberden bulup arayarak ulaşıyor bana. Bu kadar çaba harcanıyorsa çok önemli bir haber olmalı. ı-ıh, nasılsın demek için aramış!


                                                                  -----O-----


80lerin sonu, 90ların başı. Babam ilaçlama pilotu. Yaza doğru tarlaları, ağaçları ilaçlamak üzere evden ayrılıyor. Her gidiş 3-4 ay sürüyor. Sabaha karşı 3 gibi kalkıp otelden ayrılıyor, erken başlıyor ilaçlama. Çalışma şartları ağır, yorucu. 

Annemin her zamanki gibi bir diyeceği var babama, oteli arıyor, babam çıkmış. Az beklese adam gelecek, konuşacaklar ama annemin tarzı bu değil. Rehberi açıyor, (o yıllar annemin  altın rehberle ilişkisi, şimdinin ergen-iphone ilişkisi gibi, simbiyotik!) Babamın kaldığı otelin adresini buluyor, sonra o sokakta bulunan ne kadar esnaf varsa birer birer arıyor, hani olur ya babam oralarda saçını kestiriyor, yemek yiyor olabilir diye. 

Babam akşam üstü yorgun argın işten dönüyor. Otelin sokağına girer girmez, bir esnaf kesiyor önünü, sizin hanım aradı diye. "Sağolasın" diyor babam iki adım atıyor, bir diğeri kafayı uzatıyor dükkandan "eşiniz sizi arıyordu" diye. Babam kafasını sallaya sallaya giderken, lokantası, berberi, bakkalı birer birer çıkıp "Bora Bey hanım sizi aradı" diyor. Her bilgiyle biraz daha sinirlenen babam alı al moru mor otele vardığında resepsiyon görevlisi elinde telefonla karşılıyor babamı, "eşiniz arıyor" 

Babam alıyor ahizeyi, dayıyor kulağına, daha annem diyeceğini diyemeden açıyor ağzını yumuyor gözünü " hay ben......"


6 Ocak 2015 Salı

Mavişehir Sports International Seviyesizlikte Sınır Tanımıyor

Mavişehir Sports International’a 2004 yılında üye olduğumda 3000 üyesi olduğu söyleniyordu. Salon aynı salon: O zamandan bu zamana, fitness aletleri ve serbest ağırlık ekipmanları, soyunma odaları dolapları, duş ve tuvalet alanları, hatta otopark kapasitesinde hiçbir artış olmasa da üye sayımız artık 7000 civarında.

Para gelecek beklentisi ile kaliteden sürekli ödün veren Sports International yönetimi, önüne kim gelirse üye yapmaya devam ediyor. Salon “spor salonu” kimliğini her geçen gün kaybederek, en seviyesizinden “sosyalleşme alanı” kimliğine bürünüyor. Üyeler arasında ki tartışmalarda kan gövdeyi götürüyor. Hırsızlık, taciz, fitness alanında aşırı kalabalıkla gelen yoğun ter kokusu, duş alanlarında ne ararsanız, saunada hönkürüp sümkürenler, jakuzide bağıra bağıra türkü çığıranlar… Yok yok!

İlk sıkıntılar bundan bir kaç yıl önceye tekabül ediyor: Üye sayısı ikiye katlanınca havlular yetmemeye başlıyor. Üye sayısına göre havlu sayısında artışa gidelim demektense, üyelere verilen havlu sayısında kısıtlamaya gidiliyor. Tabi bu kararın alınmasında, havluları çalarak berberine götüren, bunun karşılığında her hafta bedava traş olan üyelerimizin de katkısını göz ardı etmemek gerek :) Kişi başına düşen havlu sayısı azalınca üyeler çareyi birbirinin havlusunu çalmakta buluyor. Buhar odasından ya da havuzdan bir çıkıyorsunuz ki, sandalyeye bıraktığınız ya da askıya astığınız temiz havlunuz yerinde değil. (1,5 - 2 saatlik antrenman sonunda -şimdilik havuzu kullanma süresinde bir kısıtlama yok-, başınız dönerek havuzdan çıktığınızda, sandalyenizde oturulduğunu ya da suyunuzun içildiğini de görüyorsunuz ama şimdi konumuz bu değil!) Mayoyla, üzerinizden sular akarken, resepsiyon alanına gidip yeni havlu almaktan başka çareniz yok. Seyreyleyin manzarayı!

Bir gün soyunma odasına bir kadın giriyor havuz alanından, hemen arkasından “hanımefendi, hanımefendi, o terlikler sizin mi?” diye bağırarak başka bir kadın giriyor. Duymazlıktan geliyor kadın ama diğeri kolay pes etmiyor: “Bakın ayağınıza bile olmuyor, o terlikler benim” diyor. Gerçekten de topuklar açık ara dışarıda kalmış. Ama hanım epey pişkin çıkıyor: “Aaa sizin mi bunlar? Benim sarı terliklerimi gördünüz mü? Saunanın önünde çıkarmıştım, çıktığımda kendi terliklerimi göremedim”. Çünkü öyle yaparız, kendi terliklerimiz yoksa (eskimişse) gözümüze çarpan en güzel terliği giyer çıkarız :)

Sports’un saunası sabahın erken saatlerinde bir grup yaşlı zamparanın kullanımındadır. Artık aralarında nasıl sohbetler dönüyorsa, bir sabah amcalardan biri buhar odasına girer girmez, bir bayanın yakınında oturan iki kişi hemen kalkıyor ve içeri giren kişi onların kalktığı yere oturuyor. Kadıncağız değişim törenine bir anlam veremeden bakakalıyor. Uzun süredir üye olmanın ve o dönemlerde havuz alanını o saatlerde kullanıyor olmanın verdiği avantajla ben ne olduğunu biliyorum: evli, yaşlı ve zampara amcamız diğer üyelere o kadının sevgilisi olduğunu duyuruyor, o yüzden kadının haberi olmasa da, yanı, o muhterem zatta ayrılıyor :)

Bu saatlerde yalnız bir kadının havuz alanını kullanması çok tehlikeli. Nitekim oldukça güzel Rus bir kadın, görevli arkadaşın koruması eşliğinde (belli ki ona emanet edilmiş) kucağında bebeğiyle geliyor havuza. Görevlinin, eşyaları şezlonga bırakıp görev yerine gitmesiyle bizim kurtlardan biri yanında bitiyor kadının. Görevli arkadaş aynı hızla geri dönünce, sohbet başlamadan bitiyor. Kart zamparamız süklüm püklüm geriye, arkadaşlarının yanına dönüyor ve söyleniyor: “sanki bir şey yapacağız, hemen yanımıza geldi” Hayır, kendinden 35 yaş genç, yeni doğum yapmış bir kadını taciz etmeyi doğal sayan bu zihniyetin kafasında ki "daha kötü” resim ne ola ki?

Her gün buhar odasında, hep bir ağızdan söylenen türküler yabancı bir arkadaşı rahatsız ediyor ve şikâyette bulunuyor. (aslında hepimizi rahatız ediyor ama ben kendi adıma etliğe sütlüğe karışmamayı tercih edenlerdenim) Nasıl olduysa görevli içeri girip daha sessiz olmaları konusunda, gayet kibar bir üslupla, uyarıyor türkücüleri. Türküler o an için kesiliyor ama Türkçe bilmeyen üye, özür dilenmesi gereken yerde, kendisine "Alman köpeği" diye hakaret edildiğini anlamıyor. Yönetim, üye üyedir, üye paradır zihniyetiyle konunun üzerine gitmiyor, türküler hala devam ediyor…

Bu buhar odaları ve saunalar çok şenlikli, kapalı kapılar ardında olduğundan olsa gerek, en çok olayın vuku bulduğu yerler. Bir gün buhar odasında her 2 saniyede bir kuvvetlice burnundan ve genzinden nefes veren biriyle karşılaşıyorum. Sümkürme olayı çok itici geliyor. Ya sabır çekerek çıksam mı kalsam mı diye düşünürken adam çıkıyor. 5 dakika sonra saunaya girdiğimde, adamın eylemini orada sürdürdüğü görüyorum. Saunada, ben ve sümküren adam dışında, 35 yaşlarında iki adam daha var. Çıkan ses ve yapılan iş o kadar tiksindirici ki her türlü olay karşısında sessiz kalmayı tercih eden ben adamdan “sümkürecekseniz bunu dışarıda yapabilir misiniz?” diye ricada bulunuyorum ama bunu sorarken zaten adamın “a, tabi” deyip dışarı çıkacağını beklemiyorum. Tam da beklenen şekilde adam doğrulup "ne o rahatsız mı oldun?" diye soruyor. “Evet” diyorum. “Çık o zaman dışarı” diye tersleniyor ve sümkürmeye devam ediyor. Ben de saf saf “toplu kullanım alanında rahatsız olanın değil, rahatsız edenin çıkması gerekmez mi?” diyecek oluyorum ama asıl şoku saunada bulunan adamlardan birinin “hanımefendi ayıp ediyorsunuz” demesiyle yaşıyorum. Sanki saunada benden başka “hanım” varmış da muhatabı o olabilirmiş gibi önce etrafıma sonra inanmaz gözlerle adama bakıyor, diğer adamın hönkürmeleri eşliğinde susup oturuyorum.

Bir başka Sports International maceramı sabah 6 da yüzme antrenmanı için geldiğimde yaşıyorum. Antrenman için ayrılmış iki kulvarda da ikişer kişiyiz. Benim kulvarımda ki kişi serbest gidip kurbağa döndüğü için her turda aramızdaki mesafe azalıyor. En nihayetinde geçmeye yelteniyorum. Genellikle erkekler, bir kadın tarafından geçilmeyi zor kabul ettiğinden, bu aşamada mutlaka hızlanırlar. Bu çok alışık olduğumuz bir tablodur. Kurbağa yüzen bir adam ne kadar hızlansa da serbest yüzeni geçemeyeceğinden farklı bir taktik uyguluyor. Yanından geçerken hem tekme hem de yumruk ile vurmaya başlıyor. Normal bir kurbağa yüzmede beklenmeyecek kadar seri yumrukları önce başıma, sonra omzuma, göğsüme ve bacağıma geliyor. Tekmeleri ise böğrüme ve bacağıma... Yan yana geçişlerde teknik bozukluğundan kolların çarpması olağandır ama can acıtan bir yumruğun basit bir “yanlışlıkla çarpma” olmadığını pekâlâ bilirsiniz. Tehlike anında beyin, mevcut durumu tartarak "saldır ya da kaç" komutlarından birini verir ya, adamı geçip diğer yöne yüzmeye başladığımda, testosteron eksikliğinden olsa gerek, benim beyin "kaç" diyor. Geçilmeyi hazmedemeyen adam, birkaç saniye bekleyip yüzmeye başlaması gerekirken hemen arkamdan geliyor ve beni geçecek kadar hızlı olmadığından kulaçlarıyla bacaklarıma vurmak suretiyle tacize başlıyor. Geri dönüşte daha yavaş ilerlerim ve rahatça beni geçer umudu ile sırt üstü yüzüyorum. Ne zaman ki, yanımdaki bomboş kulvarı kullanarak rahat rahat beni geçeceği yerde ayakucuma yapışıp kollarını bacaklarımın arasına daldırmaya başlıyor, benim amigdala, komutu "saldır" olarak değiştiriyor. Havuzun orta yerinde durup olanca kuvvetimle adamı omuzlarından itiyorum. Kendisini geçmeye cüret eden bir kadına haddini nasıl bildireceğini, nasıl taciz edip havuzdan çıkartacağını bilemeyen bay testosteron yüzmeye başladığımızda yine eline koluna hakim olamıyor. Elinde olsa boğuverecek beni oracıkta. Artık dayanamayıp bağırıyorum adama yeter diye. Havuz görevlisi ne oluyor diye soruyor, “yumrukluyor, tekme atıyor, ellemedik yerimi bırakmadı” diyorum. Diğer kulvardaki adamdan benle yer değiştirmesini rica ediyor ama adam ben burada rahatım geçmem oraya diyor. Biz bir kulvarda üç kişi yüzerken, geçilmeyi hazmedemeyen adam tek başına kalıyor. “Bu mudur yani?” diyorum. En çok çemkiren mi kazanıyor? Tekme tokat girince, taciz edince kulvar ona mı kalıyor? Evet! Sports Intenatonal kuralları böyle: Hani şu otobüs ve dolmuşlarda kadınları taciz edip, bir şey dendiğinde avaz avaz bağırarak kadını sindiren adamlar gibi, o kazanıyor!

Personel, yöneticiler müdahale etmediği için kendilerinin arada kaldıklarını söyleyerek, duruma sesiz kalıyor. Bu konuda haklı olduklarını biliyorum. Geçen yıl havuzun yarısı bomboş dururken, antrenman yapanları “burada su jimnastiği yapılacak” diyerek havuzdan çıkarıyorlar. Bülent Bey “şu anda çok işim var gelemem” diyerek müdahale etmemeyi uygun görünce kendisine, üyeler havuza sığmıyorsa belki de artık üye alımına bir dur demek zamanı gelmiştir özetinde bir şikayet notu yazıyorum. Tek değişiklik öğlen saatinde havuzun antrenmana kapalı olacağını duyuran bir yazı oluyor :)

Folkart Carrera Aralık 2014 de Bayraklı'da hizmete giriyor. Açık ve kapalı havuzu, kardiyo ve fitness aletleri, spinning, pilates vs seansları ile bugüne kadar rakipsiz olan Sports International'ın tutumunda değişiklik yaratır mı diye düşünüyorum. Sanırım yaratır: Salonu spor amaçlı kullanan ve yönetim tarafından ikinci sınıf üye muamelesi gören kaliteli üyeler Carrera ya kaçar. Bize ise salonu sosyalleşme(!) amacıyla kullanan, sporcu zihniyetinden uzak, şikayet edene hakaret eden, havuzda geçilince kadın olmasına dahi aldırmadan yumruklamaktan çekinmeyen, yüzerken çarptım ayağına kadınlara sarkıntılık eden, kızdığı üyenin arabasını intikam duygusuyla otoparkta çiziveren, havuz alanında kadınları taciz eden, hönküren, sümküren, tüküren üyeler kalır!