10 Mart 2014 Pazartesi

2014 Çiğli Duatlonu

İkincisi gerçekleştirilen Çiğli Duatlonu bu yıl bir hafta önceye alınarak 9 Mart 2014 de yapıldı. Bu bir haftanın bizlere geri dönüşü şiddetli rüzgar, güneşsiz gökyüzü, bunların sonucunda dondurucu bir hava oldu. Geçen yıla göre, soğuktan mıdır nedir bilinmez, katılımcısının arttığı ama seyircisinin azaldığı (katılımcılar dışında neredeyse hiç olmadığı) bir yarış oldu.

Teknik toplantının bir gün önce yapılarak yarış hakkında bilgiler verilmesi, kayıtların yarış sabahına kalmamış olması geçen sene yaşanan izdiham ve kargaşanın engellenmesi adına çok güzel bir gelişme. 

İkinci güzel gelişmede bu yıl duatlona halk yarışının eklenmiş olması. Sadece 70 kişinin katılmış olması ilk yıl için güzel bir başlangıç diyelim. Ama bu yılın halk yarışçıları geleceğin lisanslı sporcuları olacak diye düşünürsek, duyuruların elektrik direklerine asılan birkaç afişle sınırlı olmaması gerekirdi. Neden lise ve ortaokullarda bu tür halk yarışları duyurulmuyor? Öğrencilerin yarışa katılması neden teşvik edilmiyor? Yarışa katılan öğrenciler, dereceleri ne olursa olsun, öğretmenleri tarafından neden ödüllendirilmiyor?

Yaş gruplarının yarışı geçen yıl olduğu gibi bu yıl da öğleden sonra 13.30da başlıyor. Sabah yarışlarına alışık olduğumdan bu saatteki yarışlara herzaman aç başlıyorum. Start verilir verilmez insanlar sağımdan solumdan uçuşarak geçmeye başlıyor. Hastalığın son günlerinde olduğumdan pek öyle rekabete girecek halim yok. Hatta rekabete girmeme gerek bile yok. Geçen yıl olduğu gibi, 3 milyon nüfuslu İzmir’de benim yaş gurubumda benden başka koşup bisiklete binecek ikinci bir kadın yok! “Elimden gelenin en iyisini yapayım” diye başladığım yarışın ilk 100 metresinde hedefimi “ amaaan nasıl olsa rakibim yok, grip grip fazla kasmayayım” olarak değiştiriyorum.

Ara ara kendime antrenmanda değil yarışta olduğumu hatırlatmak zorunda kalarak 5.4km yi 29 dakikada tamamlıyorum. Geçen yıla göre 1.5 dakika daha yavaşım.

Arkadan esen rüzgar sayesinde bisiklete canavar gibi başlıyorum, hızım 37km/sa. 500metre sonra ilk virajı döner dönmez hızım hala 37km/sa i gösteriyor. Allahım bu nasıl bir kondisyon???  5 dakika sonra hala aynı hızda olduğumu görünce bu işte bir tuhaflık olduğunu seziyorum. Garminin mevcut hız değil de maksimum hızı gösterdiğini fark edince havam sönüyor, moralim bozuluyor.  Rüzgar karşıdan gelirken bacaklarım yanmaya başlıyor, kalbim ağzımda atıyor. 4 turun böyle geçmeyeceğini anlayınca deryaline girebileceğim birilerini arıyorum. Birkaç yüz metre önümde, benim hızımda seyir eden birini gözüme kestirip kalan son enerjimle onu yakalıyorum: Ferda! İlk turu Ferda’nın deryalinde nabzımı yeterince düşürmüş ve dinlenmiş halde tamamlıyorum. Ne var ki 8 ay önce katıldığı ultra maratondan sonra dizinde başlayan sakatlığı tam olarak iyileşmeyen Ferda, ikinci turda bu tempoyu çıkartamayacağını söylüyor ve benim saltanatım sona eriyor. İdmansızlığımızdan, rakiplerden, yarışlardan sohbet ede ede, zaman zaman birbirimizin deryalinde dinlenerek 4 turu 29km/sa ortalama ile tamamlıyoruz.  

İkinci koşu benim için tam bir ızdırap. Hiç brick çalışmamış olmam, aylardır 1 saatin üzerinde antrenman yapmamış olmam son 2.5km de burnumdan fitil fitil geliyor.

Geçen yıla göre derecemi 1 dakika iyileştirmiş olarak kendi yaş gurubumda birinci, tüm yaş gruplarında ikinci olmam finaldeki portakal ve elmalara yetişmeme yetmiyor. Federasyon katılımcı sayısına eşit miktarda meyve dağıtmamakta ısrarcı olursa bir adet elma kapabilmek için önümüzdeki yıl daha da hızlı koşmam gerekecek.