İkincisi gerçekleştirilen
Çiğli Duatlonu bu yıl bir hafta önceye alınarak 9 Mart 2014 de yapıldı. Bu bir
haftanın bizlere geri dönüşü şiddetli rüzgar, güneşsiz gökyüzü, bunların
sonucunda dondurucu bir hava oldu. Geçen yıla göre, soğuktan mıdır nedir bilinmez,
katılımcısının arttığı ama seyircisinin azaldığı (katılımcılar dışında neredeyse
hiç olmadığı) bir yarış oldu.
Teknik toplantının bir gün önce yapılarak yarış hakkında
bilgiler verilmesi, kayıtların yarış sabahına kalmamış olması geçen sene yaşanan
izdiham ve kargaşanın engellenmesi adına çok güzel bir gelişme.
İkinci güzel
gelişmede bu yıl duatlona halk yarışının eklenmiş olması. Sadece 70 kişinin katılmış
olması ilk yıl için güzel bir başlangıç diyelim. Ama bu yılın halk yarışçıları
geleceğin lisanslı sporcuları olacak diye düşünürsek, duyuruların elektrik
direklerine asılan birkaç afişle sınırlı olmaması gerekirdi. Neden lise ve
ortaokullarda bu tür halk yarışları duyurulmuyor? Öğrencilerin yarışa katılması neden teşvik edilmiyor? Yarışa katılan öğrenciler, dereceleri ne olursa olsun, öğretmenleri tarafından neden ödüllendirilmiyor?
Yaş gruplarının yarışı geçen yıl olduğu gibi bu yıl da öğleden sonra 13.30da başlıyor. Sabah yarışlarına alışık olduğumdan bu saatteki yarışlara herzaman aç başlıyorum. Start verilir
verilmez insanlar sağımdan solumdan uçuşarak geçmeye başlıyor. Hastalığın son
günlerinde olduğumdan pek öyle rekabete girecek halim yok. Hatta rekabete
girmeme gerek bile yok. Geçen yıl olduğu gibi, 3 milyon nüfuslu İzmir’de benim
yaş gurubumda benden başka koşup bisiklete binecek ikinci bir kadın yok! “Elimden
gelenin en iyisini yapayım” diye başladığım yarışın ilk 100 metresinde hedefimi
“ amaaan nasıl olsa rakibim yok, grip grip fazla kasmayayım” olarak
değiştiriyorum.
Ara ara kendime antrenmanda değil yarışta olduğumu hatırlatmak
zorunda kalarak 5.4km yi 29 dakikada tamamlıyorum. Geçen yıla göre 1.5 dakika
daha yavaşım.
Arkadan esen rüzgar sayesinde bisiklete canavar gibi
başlıyorum, hızım 37km/sa. 500metre sonra ilk virajı döner dönmez hızım hala
37km/sa i gösteriyor. Allahım bu nasıl bir kondisyon??? 5 dakika sonra hala aynı hızda olduğumu
görünce bu işte bir tuhaflık olduğunu seziyorum. Garminin mevcut hız değil de maksimum
hızı gösterdiğini fark edince havam sönüyor, moralim bozuluyor. Rüzgar karşıdan gelirken bacaklarım yanmaya
başlıyor, kalbim ağzımda atıyor. 4 turun böyle geçmeyeceğini anlayınca
deryaline girebileceğim birilerini arıyorum. Birkaç yüz metre önümde, benim
hızımda seyir eden birini gözüme kestirip kalan son enerjimle onu yakalıyorum:
Ferda! İlk turu Ferda’nın deryalinde nabzımı yeterince düşürmüş ve dinlenmiş
halde tamamlıyorum. Ne var ki 8 ay önce katıldığı ultra maratondan sonra dizinde başlayan sakatlığı tam olarak iyileşmeyen Ferda, ikinci turda bu tempoyu
çıkartamayacağını söylüyor ve benim saltanatım sona eriyor. İdmansızlığımızdan,
rakiplerden, yarışlardan sohbet ede ede, zaman zaman birbirimizin deryalinde dinlenerek
4 turu 29km/sa ortalama ile tamamlıyoruz.
İkinci koşu benim için tam bir ızdırap. Hiç brick çalışmamış
olmam, aylardır 1 saatin üzerinde antrenman yapmamış olmam son 2.5km de
burnumdan fitil fitil geliyor.