18 Şubat 2014 Salı

Datça Kış Yüzme Maratonu 2014

18 haftalık Maraton programımın 11. Haftasında arka arkaya giren kramplar yüzünden maratona katılmaktan vazgeçiyorum. Neye hazırlanacağımı, nasıl bir program izleyeceğimi bilemez bir haldeyken Levent Datça kış yüzme maratonundan bahsediyor. Runtalyaya hazırlandığım 11 hafta süresince yüzme antrenmanlarımı çok ihmal ettiğimin farkındayım. Önce sıcak bakmıyorum; çok uzun diyorum, hava soğuk olur diyorum, antrenmansızım diyorum ama bir yandan da maratondan ortaya çıkan boşluğu doldurmak istiyorum.

Yarış 15 Şubatta, ben 12 Şubata kadar her gün, 12C görünen hava sıcaklığının 16lara çıkmasını umarak günde en az 3 kez hava durumunu kontrol ediyorum. Hava ısınmıyor ama ben kaydımı yapıyorum.

Her zaman ki gibi internete giriyor ve yüzüyoruz.com dan daha önce bu yarışa katılan kişilerin yorumlarını okuyorum.

Öğrendiklerim şunlar: Wetsuit yasak ama ilk 3-5 dakika hissedilen yanma dışında vücut soğuğa alışıyor. Soğuk yüzünden tekneye binen birkaç kişi var. Bir katılımcı soğuk sebebiyle birkaç kez kusmasına rağmen yarışı bitirmeyi başarmış. Bu kızlar çok cılız, son aylarda aldığım birkaç kilonun beni 16C suda sıcak tutacağına inanıyorum.

Teknik yüzme yok. Kumluk plajından çıkıp karşıdaki fener adasına (adadan çok kayalığı andırıyor) kadar yüzüp geri döneceğiz. Tek zorluğu mesafe ve soğuk.
Şikâyetler, çoğu açık deniz yüzme yarışında olduğu gibi, burada da dubaların görünmemesi üzerine. Dönüş yolunda ne tarafa yüzeceğini bilemeyen, kerteriz alamayan, dubaları göremeyen sporcuların yazılarını okuyorum.

Yarış sabahı hava güneşli ama çok soğuk ve rüzgarlı. Forum sitelerinde okuduklarımı hatırlayarak, yarış parkurunu keşfe çıkıyorum. Start alanının arkasında, dönüşte kerteriz alabileceğim yüksek yapılar ya da tepeler arıyorum. Geri döneceğim koyu tanıyabilmek için kıyının özelliklerine bakıyorum ama fener adasından kıyının nasıl göründüğü hakkında en ufak bir fikrim yok.

Yarışın başlamasına 5 dakika kala üzerimde mayoyla zıplarken bir daha böyle bir yarışa katılmayacağımı söylüyorum: Çok soğuk, bu eziyete değmez. Yarışmaktan vazgeçmemek için ayak parmağım dahi suya değmesin diye büyük özen gösteriyorum. Fener adası ve önümüzde ki ilk duba kumsaldan görünüyor ama aynı hizada değiller. Ada doğu yönünde. Rüzgar kuzeyden esiyor, bizi güneye atar düşüncesiyle olması gerekenden daha kuzeye koymuş olabilirler mi? Sorduğum insanlar gülümsüyor: O kadar ince düşünüyor olamazlar! Eğer 5000 yerine 6000m yüzmek istemiyorsam ilk dubanın epey altında kalmam gerekiyor.

Vazgeçersem kıyıya dönmek kolay olsun diye start düdüğü çaldığında kalabalığın en arkasındayım. Yazın 40 derece sıcakta bile benim denize girmem bir seremonidir. Çeşmenin 22 derece sularında başımı suya sokmam 10 dakikayı bulur. Burada o kadar vaktim yok, sığ suda koşabildiğim kadar koşup suya atlıyorum. Yüzmek adı altında çırpınıyorum, ısınmıyorum. Bacaklarımı triatlon antrenmanlarından gelen bir alışkanlıkla fazla hareket ettirmem ama burada ısınabilmek için körfez vapurlarını aratmayacak bir performansla çapada çupada ilerliyorum. 1 dakika geçmeden 2 saat boyunca bu soğuğa dayanamayacağımı düşünüyorum. 10 dakika sonra yanma hissinin geçeceğini söylemişlerdi ama 10 dakika bile bu eziyet için çok uzun geliyor. Yüzmeye konsantre olamıyorum ama geri de dönemiyorum: Zamanıma,  emeğime acıyorum. Bunları düşünürken aniden uyuşuyorum. Hala soğuk, serinliği hissediyorum ama canımı yakmıyor artık. Yaklaşık 5 dakika sonra yanımda birinin aşağı yukarı benim hızımda yüzdüğünü fark ediyorum. Deryaline girip kerteriz alma işini ona bırakmayı düşünüyorum, ben sadece onu izleyeceğim.

Brifing verilirken adanın önünde ki 3. Dubayı saat yönünde döneceğimiz söylendi ama çoğu kişi bunu, bütün dubaların solundan geçileceği şeklinde anladı. Öyle görünüyor ki benim deryaline girdiğim kişi de aynı yanılgıda. Onu izlemekle direk adaya yüzmek arasında bocalıyorum. Sürekli kerteriz almaya çalışmak ve suda yalnız yüzmekle harcayacağım zamanı, ikinci duba için kuzeye 50 m fazla açılmakla kaybedeceğim zamanla kıyaslıyor ve adamı takip etmeye karar veriyorum. Benim deryale yatma işi fazla uzun sürmüyor. Deryalinde kalabilmek için çok yavaşlayınca üşümeye başlıyorum. Kerteriz işini yine ona bırakarak yanında yüzmeye başlıyorum. Kollarım çok üşüyor, vazelini sadece omuzlarıma sürmemeliydim. İlk dubayı geçince su daha da soğuyor. Adaya doğru suyun derinliği arttıkça daha da üşüyeceğimi fark ediyorum.
İkinci dubadan sonra beraber yüzdüğüm kişi dubayı görebilmek için sürekli duruyor. Ben yalnız kalıyorum. Yarıştan iki hafta önce Mustafa’nın bana verdiği antrenman programı sayesinde yüzmeyi kesmeden kerteriz alabiliyorum ama bir de nereye yüzeceğimi bilsem!

Adaya çok yaklaştım, bir süredir yalnız yüzüyorum. Durup etrafımda 360 derece dönüyorum ama kerteriz almak için bir süre önce duran buddy imi artık etrafımda, arkamda göremiyorum. İlk kez panikliyorum. Etrafta hiç kimse yok, geri dönmeye başlayan insanları da göremiyorum. Kayalıkların önünde ki dubayı dönerken numaramızı sesleneceğimiz görevlileri de göremeyince, buddy mi takip ederken kuzeye doğru gereğinden fazla açıldığımı, kayalıkların batı kıyısı yerine kuzey kıyısı tarafında olduğumu düşünüyorum. Zira buddy ortada yok, hatasını fark edip yönünü düzeltmiş olmalı. Yön duygumu tamamen kaybettim. Dubanın başka bir yere konduğunu düşünerek, son bir çaresizlikle kayalıkların güneyinde bulunan teknelere doğru yüzmeye başlıyorum. Sadece birkaç kulaç atmışken kafamı sudan çıkardığımda büyük bir kalabalığın hızla bana doğru geldiğini fark ediyorum. Allahım doğru tarafa yüzüyormuşum! Gerisin geriye dönüp hala göremediğim dubaya rağmen adaya doğru yüzmeye başlıyorum. Kaybettiğim zamanı telafi etmek için bacaklarıma o kadar yükleniyorum ki numaramı söylemek için durduğumda her iki kalf ıma kramp giriyor. Benle aynı anda numarasını seslenenlerden biri diğerine “yine beraber yüzelim” diyor. Diğeri “yüzelim de nereye yüzeceğiz” diye cevap veriyor. Amanın! Ne duba belli, ne binalar. Kilometrelerce uzanan bir kıyı, neresi hangi koy belli değil, karşıda bir koy olup olmadığı bile belli değil! Sabah ki araştırmalarımdan hatırladığım Çatalkaya’ya benzer bir dağı gözüme kestirip ona doğru yüzmeye karar veriyorum, o dağ bu dağ mı bilemeden: Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete…

İlk kulacı atmamla büyük bir dalganın suratımda patlaması bir oluyor. Biz adaya varıncaya kadar rüzgar şiddetlenmiş, dalgalar büyümüş! Nefes alamıyorum kafamı her çevirdiğimde su yutuyorum. Diğer taraftan nefes alayım diyorum ama bu sefer de açığa bakarken dalganın beni ne kadar sürüklediğini ya da yönümü değiştirip değiştirmediğini anlayamıyorum. Ne tarafa yüzdüğünü bilemeyen bir sürü insan denizin orta yerinde birbirine soruyor doğru mu gidiyoruz diye. Bana sorduklarında ben hep “evet “ diyorum, moralleri bozulmasın diye. Kıyıya biraz daha yaklaşınca bazen bir tepeyi, bazen evine giden bir balıkçı teknesi olmamasını umarak bir tekneyi, bazen önümde yüzen bir diğer sporcuyu kerteriz alıyorum. Yanımda kurbağa yüzen kız için “keh keh yorulmuş, ben yorulmadım” derken benden daha hızlı ilerlediğini fark edip hayıflanıyorum: Ben de yorulmuşum! Neresinden dolandıysam, ikinci dubayı hiç görmüyorum, kıyıya 400mt yakınlıkta olan 3. Dubadan sonra 7-8 kişi beni geçiyor. Ne yapsam da yetişemiyorum. Çok su yuttum, çok sıkıldım, çok yoruldum, çok üşüdüm…


Bunun bir yarış olmasından geçtim, haftada 2000-3000mt yüzerek 5000mt lik bir mesafeyi rahatlıkla kat edeceğini ummak külliyen hata imiş. Açık deniz tecrübesi istiyor, kondisyon istiyor, dalgalarla boğuşabilmek için güç istiyor. Yine de 2 saat 7 dakika sonra kıyıya vardığımda böyle uzun bir yüzme yarışına bir daha katılasım var.