18 haftalık Maraton programımın 11. Haftasında arka arkaya
giren kramplar yüzünden maratona katılmaktan vazgeçiyorum. Neye hazırlanacağımı,
nasıl bir program izleyeceğimi bilemez bir haldeyken Levent Datça kış yüzme
maratonundan bahsediyor. Runtalyaya hazırlandığım 11 hafta süresince yüzme
antrenmanlarımı çok ihmal ettiğimin farkındayım. Önce sıcak bakmıyorum; çok
uzun diyorum, hava soğuk olur diyorum, antrenmansızım diyorum ama bir yandan da
maratondan ortaya çıkan boşluğu doldurmak istiyorum.
Yarış 15 Şubatta, ben 12 Şubata kadar her gün, 12C görünen
hava sıcaklığının 16lara çıkmasını umarak günde en az 3 kez hava durumunu
kontrol ediyorum. Hava ısınmıyor ama ben kaydımı yapıyorum.
Her zaman ki gibi internete giriyor ve yüzüyoruz.com dan
daha önce bu yarışa katılan kişilerin yorumlarını okuyorum.
Öğrendiklerim şunlar: Wetsuit yasak ama ilk 3-5 dakika hissedilen
yanma dışında vücut soğuğa alışıyor. Soğuk yüzünden tekneye binen birkaç kişi
var. Bir katılımcı soğuk sebebiyle birkaç kez kusmasına rağmen yarışı bitirmeyi
başarmış. Bu kızlar çok cılız, son aylarda aldığım birkaç kilonun beni 16C suda
sıcak tutacağına inanıyorum.
Teknik yüzme yok. Kumluk plajından çıkıp karşıdaki fener
adasına (adadan çok kayalığı andırıyor) kadar yüzüp geri döneceğiz. Tek zorluğu
mesafe ve soğuk.
Şikâyetler, çoğu açık deniz yüzme yarışında olduğu gibi,
burada da dubaların görünmemesi üzerine. Dönüş yolunda ne tarafa yüzeceğini
bilemeyen, kerteriz alamayan, dubaları göremeyen sporcuların yazılarını
okuyorum.
Yarış sabahı hava güneşli ama çok soğuk ve rüzgarlı. Forum
sitelerinde okuduklarımı hatırlayarak, yarış parkurunu keşfe çıkıyorum. Start alanının
arkasında, dönüşte kerteriz alabileceğim yüksek yapılar ya da tepeler arıyorum.
Geri döneceğim koyu tanıyabilmek için kıyının özelliklerine bakıyorum ama fener
adasından kıyının nasıl göründüğü hakkında en ufak bir fikrim yok.
Yarışın başlamasına 5 dakika kala üzerimde mayoyla zıplarken
bir daha böyle bir yarışa katılmayacağımı söylüyorum: Çok soğuk, bu eziyete değmez.
Yarışmaktan vazgeçmemek için ayak parmağım dahi suya değmesin diye büyük özen
gösteriyorum. Fener adası ve önümüzde ki ilk duba kumsaldan görünüyor ama aynı
hizada değiller. Ada doğu yönünde. Rüzgar kuzeyden esiyor, bizi güneye atar
düşüncesiyle olması gerekenden daha kuzeye koymuş olabilirler mi? Sorduğum insanlar
gülümsüyor: O kadar ince düşünüyor olamazlar! Eğer 5000 yerine 6000m yüzmek
istemiyorsam ilk dubanın epey altında kalmam gerekiyor.
Vazgeçersem kıyıya dönmek kolay olsun diye start düdüğü
çaldığında kalabalığın en arkasındayım. Yazın 40 derece sıcakta bile benim
denize girmem bir seremonidir. Çeşmenin 22 derece sularında başımı suya sokmam 10
dakikayı bulur. Burada o kadar vaktim yok, sığ suda koşabildiğim kadar koşup
suya atlıyorum. Yüzmek adı altında çırpınıyorum, ısınmıyorum. Bacaklarımı
triatlon antrenmanlarından gelen bir alışkanlıkla fazla hareket ettirmem ama burada
ısınabilmek için körfez vapurlarını aratmayacak bir performansla çapada çupada
ilerliyorum. 1 dakika geçmeden 2 saat boyunca bu soğuğa dayanamayacağımı düşünüyorum.
10 dakika sonra yanma hissinin geçeceğini söylemişlerdi ama 10 dakika bile bu
eziyet için çok uzun geliyor. Yüzmeye konsantre olamıyorum ama geri de dönemiyorum:
Zamanıma, emeğime acıyorum. Bunları düşünürken
aniden uyuşuyorum. Hala soğuk, serinliği hissediyorum ama canımı yakmıyor
artık. Yaklaşık 5 dakika sonra yanımda birinin aşağı yukarı benim hızımda yüzdüğünü
fark ediyorum. Deryaline girip kerteriz alma işini ona bırakmayı düşünüyorum,
ben sadece onu izleyeceğim.
Brifing verilirken adanın önünde ki 3. Dubayı saat yönünde
döneceğimiz söylendi ama çoğu kişi bunu, bütün dubaların solundan geçileceği
şeklinde anladı. Öyle görünüyor ki benim deryaline girdiğim kişi de aynı
yanılgıda. Onu izlemekle direk adaya yüzmek arasında bocalıyorum. Sürekli kerteriz
almaya çalışmak ve suda yalnız yüzmekle harcayacağım zamanı, ikinci duba için
kuzeye 50 m fazla açılmakla kaybedeceğim zamanla kıyaslıyor ve adamı takip
etmeye karar veriyorum. Benim deryale yatma işi fazla uzun sürmüyor. Deryalinde
kalabilmek için çok yavaşlayınca üşümeye başlıyorum. Kerteriz işini yine ona
bırakarak yanında yüzmeye başlıyorum. Kollarım çok üşüyor, vazelini sadece
omuzlarıma sürmemeliydim. İlk dubayı geçince su daha da soğuyor. Adaya doğru
suyun derinliği arttıkça daha da üşüyeceğimi fark ediyorum.
İkinci dubadan sonra beraber yüzdüğüm kişi dubayı görebilmek
için sürekli duruyor. Ben yalnız kalıyorum. Yarıştan iki hafta önce Mustafa’nın
bana verdiği antrenman programı sayesinde yüzmeyi kesmeden kerteriz alabiliyorum
ama bir de nereye yüzeceğimi bilsem!
Adaya çok yaklaştım, bir süredir yalnız yüzüyorum. Durup etrafımda
360 derece dönüyorum ama kerteriz almak için bir süre önce duran buddy imi
artık etrafımda, arkamda göremiyorum. İlk kez panikliyorum. Etrafta hiç kimse
yok, geri dönmeye başlayan insanları da göremiyorum. Kayalıkların önünde ki
dubayı dönerken numaramızı sesleneceğimiz görevlileri de göremeyince, buddy mi takip
ederken kuzeye doğru gereğinden fazla açıldığımı, kayalıkların batı kıyısı
yerine kuzey kıyısı tarafında olduğumu düşünüyorum. Zira buddy ortada yok,
hatasını fark edip yönünü düzeltmiş olmalı. Yön duygumu tamamen kaybettim. Dubanın
başka bir yere konduğunu düşünerek, son bir çaresizlikle kayalıkların güneyinde
bulunan teknelere doğru yüzmeye başlıyorum. Sadece birkaç kulaç atmışken kafamı
sudan çıkardığımda büyük bir kalabalığın hızla bana doğru geldiğini fark
ediyorum. Allahım doğru tarafa yüzüyormuşum! Gerisin geriye dönüp hala
göremediğim dubaya rağmen adaya doğru yüzmeye başlıyorum. Kaybettiğim zamanı
telafi etmek için bacaklarıma o kadar yükleniyorum ki numaramı söylemek için
durduğumda her iki kalf ıma kramp giriyor. Benle aynı anda numarasını
seslenenlerden biri diğerine “yine beraber yüzelim” diyor. Diğeri “yüzelim de
nereye yüzeceğiz” diye cevap veriyor. Amanın! Ne duba belli, ne binalar. Kilometrelerce
uzanan bir kıyı, neresi hangi koy belli değil, karşıda bir koy olup olmadığı
bile belli değil! Sabah ki araştırmalarımdan hatırladığım Çatalkaya’ya benzer bir
dağı gözüme kestirip ona doğru yüzmeye karar veriyorum, o dağ bu dağ mı
bilemeden: Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete…
İlk kulacı atmamla büyük bir dalganın suratımda patlaması
bir oluyor. Biz adaya varıncaya kadar rüzgar şiddetlenmiş, dalgalar büyümüş! Nefes
alamıyorum kafamı her çevirdiğimde su yutuyorum. Diğer taraftan nefes alayım
diyorum ama bu sefer de açığa bakarken dalganın beni ne kadar sürüklediğini ya
da yönümü değiştirip değiştirmediğini anlayamıyorum. Ne tarafa yüzdüğünü bilemeyen
bir sürü insan denizin orta yerinde birbirine soruyor doğru mu gidiyoruz diye. Bana
sorduklarında ben hep “evet “ diyorum, moralleri bozulmasın diye. Kıyıya biraz
daha yaklaşınca bazen bir tepeyi, bazen evine giden bir balıkçı teknesi
olmamasını umarak bir tekneyi, bazen önümde yüzen bir diğer sporcuyu kerteriz
alıyorum. Yanımda kurbağa yüzen kız için “keh keh yorulmuş, ben yorulmadım”
derken benden daha hızlı ilerlediğini fark edip hayıflanıyorum: Ben de
yorulmuşum! Neresinden dolandıysam, ikinci dubayı hiç görmüyorum, kıyıya 400mt
yakınlıkta olan 3. Dubadan sonra 7-8 kişi beni geçiyor. Ne yapsam da
yetişemiyorum. Çok su yuttum, çok sıkıldım, çok yoruldum, çok üşüdüm…
Bunun bir yarış olmasından geçtim, haftada 2000-3000mt
yüzerek 5000mt lik bir mesafeyi rahatlıkla kat edeceğini ummak külliyen hata
imiş. Açık deniz tecrübesi istiyor, kondisyon istiyor, dalgalarla boğuşabilmek
için güç istiyor. Yine de 2 saat 7 dakika sonra kıyıya vardığımda böyle uzun
bir yüzme yarışına bir daha katılasım var.