5 Eylül 2014 Cuma

Çanakkale Boğaz Yarışı 2014

Bu yıl Çanakkale yarışına katılırken geçen seneden daha hazır değilim. Hatta Mavişehir Sports International ‘ın “spor yapan” üyelerine yaşattığı zorluklar sonucunda, son derece antrenmansız ve dolayısıyla  daha yavaşım.

Yine de ısrarla bu yarışı tekrar ederken aklımda iki şey var: birincisi; bu yıl, yöneticiler sarı dubanın solundan geçmeye zorlasalar bile, ben burnumun dikine yani dosdoğru antene yüzeceğim. ikincisi; ne olursa olsun, nereye gidiyorum diye etrafıma bakmak için, çipi bileğime sarmak için, sonuncu muyum diye kontrol etmek için ya da kalabalığın darbelerinden kaçmak için asla durmayacağım. Yüzme performansıma güvenemesem de, sadece bu ikisinin bile bana geçen yıla göre 20 dakikalık bir avantaj sağlayacağına inanarak yarış stratejimi belirliyorum.

Bu yıl 30 Ağustos, yani yarış, Cumartesi gününe geliyor. Cuma günü, öğleden sonra Çanakkele’de olacak ve direk brifing alanına gidecek şekilde yola çıkıyorum. Çanakkaleye varmamıza 2 saat kala yarışın, hava koşulları sebebiyle pazartesi gününe ertelendiğini öğreniyorum. İlk kararım, Pazartesi gününe kadar Çanakkalede kalmak. Daha sonra, kimseyi tanımadığım Çanakkale’de 3 gün vakit geçiremeyeceğimi düşünerek, brifingden sonra İzmir’e dönüp, Pazar akşamı tekrar Çanakkale’ye gelmeye karar veriyorum.

Brifing sırasında sporcular, daha önce de kötü hava şartlarında yarışın yapıldığını söylüyor  ama yönetim, asıl tehlikenin yüzmekten ziyade, dalga boyundan dolayı, tekneye çıkmak isteyen yüzücülere teknelerin yaklaşamayacak olması diyor. Yarışanların yarısının güçlü akıntı sebebiyle kıyıya tekneyle geldiği düşünülürse bu ciddi bir sıkıntı olabilir.

Orada bulunan sporcuların hiçbirinin geri dönmeye niyetli olmadığını fark edip tekrar tekrar fikrimi değiştirmeme rağmen, geldikten 3 saat sonra, çantamda yarış için verilen bonem, t-shirtüm ve sahip olduğum  en pahalı havlumla, yarışa katılmamak üzere İzmir’e dönüyorum. 

Pazar günü Sports International’ın terasında güneşlenirken kurtlanıyorum. Bu yarışa katılmayı bir yıl daha bekleyemeyecek kadar çok istediğimi fark ediyorum. Son kez Çanakkale Rotary’yi arayıp, yarışın iptal edilme ihtimali olup olmadığını öğrendikten sonra yola çıkıyorum.

Yarış sabahı Çanakkale de pırıl pırıl bir hava var. Sabah Eceabat’a iki feribot kalkacak deniyor ama geçen yıla göre katılımın neredeyse yarı yarıya düşmüş olması sebebiyle tek feribot rahat rahat yetiyor.

Start düdüğü çaldığında önceden belirlediğim stratejime bağlı kalarak uzun bir süre kıyıda kalarak kalabalığın uzaklaşmasını bekliyorum. Geçen yıl yaptığım gibi hangi noktadan suya girsem, nerede yüzmeye başlasam diye oyalanmadan koşarak suya girip hemen yüzmeye başlıyorum. Bu sefer dosdoğru antene… Geçen yıl ki 1.38 lik süremi doğru kerteriz noktaları ile 20 dakika kısaltacağımı düşünüyorum

Önce anteni, sonra bayrak direğini kerteriz almama rağmen yüzerken hep bir endişem var: bayrak direğine erken yönelirsem akıntı beni boğazın ağzına atmadan boğazın orta yerine ulaşamayacağım. Çanakkale Boğaz yarışına ilk kez katılan sporcuların ilk öğrendiği “Boğazın Eceabat kıyısında yazan Dur Yolcu yazısı hizasına geldiğinizde finiş noktasının karşısında olmalısınız” dır. Hiç oyalanmadan yüzmeme rağmen arkamda “Dur Yolcu” yazısını gördüğümde hala finish alanının tam karşısında olmadığımı, boğazın çıkışına daha yakın olduğumu sanıyorum. Suyun içinde, açık suda, kerteriz almak bu yüzden zor. Bulunduğunuz yerden hangi noktaya baksanız tam karşısında olduğunuzu sanıyorsunuz.

Bir yandan geçen yıldakinden çok daha disiplinli yüzdüğümü, bu yüzden geçen yıl başardığım bir şeyi bu yıl başaramama ihtimalim olmadığını kendime sık sık hatırlatarak elimden geldiğince hızlı yüzmeye devam ediyorum. Stat direklerini kerteriz alarak yüzmeye başladığımda hala doğru yerde olmadığımı sanırken finish alanına doğru yüzmeye çalışan iki kişi geliyor yanıma. Önce finish alanı için erken olduğunu düşünüyorum. Kısa bir süre sonra geç bile kaldığımı anlayarak hedefi direk finish e çeviriyorum.


Bana göre bu yarışın en hayal kırıklığı yaratan kısmı, gücünüzün yavaş yavaş tükenmeye başladığı son 100m de akıntının sizi açığa atması. O son 100 metre ne kadar çırpınırsanız çırpının bir türlü karaya varamıyorsunuz. Dalganın ve rüzgarın olmadığı bu yarış geçen yıla göre o kadar kolay, o kadar kısa sürede bitiyor ki, Çanakkale Boğazı ile ilgili tüm ezberimi bozuyor.

Dalgalı ve dalgasız denizde Çanakkale boğazı için yarış stratejisinin tamamen farklı olduğunu görüyorum. Kıyıdan yüzenlere baktığımda finish alanının fazla sağında kaldığımızı fark ediyorum. Kıyıdan yarışı izleyen bir arkadaşım sudan ilk çıkanların finish e sol taraftan geldiğini, daha sonra gelen herkesin sağdan geldiğini söylüyor. Sağdan çıkanlar akıntının gücünü kestiremeyip yayı gerektiğinden daha geniş alanlar. Ne var ki suya tekneyle çıkanlar, akıntının gücünü küçümseyip yayı gereğinden dar alanlar. Herkesin kendi güç ve hızına göre çizmesi gereken yay farklı olacaktır. Bunun için doğru kararı vermek ancak tecrübe ile mümkün.

Dalgasız deniz, tüm sporcular için, derecelere 10 dakikalık iyileşme olarak yansıyor. Sarı dubaların solundan geçmeden direk antene yüzmek ise benim dereceme 34 dakika olarak yansıyor. Bu yıl Çanakkale Boğazını, durgun havanın da etkisi ile 1 saat 04 dakikada geçiyorum. 

23 Haziran 2014 Pazartesi

Kaş 361 Yüzme Yarışı 2014 – 3000m

Ben triatlona hazırlanıyordum. Ya da hazırlanmıyordum ama Çeşme halk triatlonuna ikinci kez katılmak konusunda ısrarcıydım. Hatta sırf bu yüzden, Mayıs başında gittiğim İngiltere’den 5. gün apar topar dönüyorum ki yarışa kadar 1 hafta daha antrenman yapabileyim. Bütün kış yatıp, yarışa bir hafta kala bisiklet binince bir şey olunmayacağını bile bile…

Henüz uçaktan yeni inmişken Datça kış yüzme maratonunda tanıştığım arkadaşlarımdan Kaş yüzme yarışına katılıp katılmayacağımı soran bir mesaj alıyorum. Önce yok diyorum, “ben, aynı tarihte yapılacak olan Çeşme triatlonuna katılıyorum”. Fikir değiştirmem çok uzun sürmüyor. Uzun zamandır antrenmansızım. 1,5 saat sürecek bir yarışı elbette bitirebilirim ama geçen yıla göre oldukça kötü bir derece ile… Triatlona katılıp, hem koşuda, hem bisiklette, hem de yüzmede rezil olacağıma, yüzme maratonuna katılıp sadece suda rezil olmaya karar veriyorum.

15 Şubat Datça kış maratonundan sonra, bundan sonra 6000m yi denerim diye düşünmüştüm ama son 3 aydır toplam 5000m yüzmemiş olduğumu hesaplayınca riske girmiyorum. Son gün, 3000m yüzme yarışı için kaydımı yaptırıyorum.

İzmir - Kaş arasında tek ulaşım seçeneği olan Kamil Koç otobüs firması ile yaşanan rezalet ötesi bir yolculuk sonucunda "neyse ki hala yaşıyorum" tesellisi ile Kaş’a varıyorum.

Kaş 361, Macera Akademisi kuruluşu olan MCR RaceSetter organizasyonu. Hava şartlarının kötü olması sebebiyle yarışa başlama saati, son gün, sabah 11.00den 7.30a alınıyor.

Yarış öncesi kerteriz belirleyebilmek için mendireğin tepesine çıkıp bakınca 3000m için dönüş balonunun kıyıdan çok açıkta olduğunu düşünüyorum. O açıdan öyle görünüyordu! Açık su yarışlarının en eğlenceli yanı, özellikle ilk kez katılmışsanız nereyi kerteriz alacağınızı bilmeden bir bilinmeze doğru yüzüyor olmanız.

Start daha önce ki yarışlardan farklı olarak sahilden koşarak değil, liman içinde, yaklaşık 1.5-2mt yükseklikten suya atlayarak başlıyor. Ben en arkada bekliyorum, sıra bana geldiğinde bile çip noktasını geçmediğimden emin olacak bir şekilde durup bir süre suyu seyrediyorum. Hiç giresim yok: su soğuksa, birinin üzerine düşersem, biri benim üzerime düşerse, atlamanın etkisiyle gözlüğüm gözümden çıkarsa, gözlüğü atlarken elimle mi tutsam, atladıktan sonra mı taksam, buhar yapmasın diye tükürdüğüm gözlük camları kten sonra yıkama fırsatım olmadığı için gözlük bulanık gösterirse… “Hadi” diye bağırıyor biri. Su boşaldı atlayın artık!

İlk saniyede yaşadığım şok “dön arkanı, çık merdivenlerden” diyor, zira su Şubat ortasında yüzdüğümüz 16 C lik sudan da soğuk! Isınırım umuduyla uzun bir süre çırpınıyorum, ama ne mümkün. Meğer bu soğuk denizin altında bulunan soğuk su kaynaklarından geliyormuş. Parkur boyunca yer yer karşımıza çıkıyor. İyi de oluyor. Soğuktan bir an önce kurtulmak için hızlanıyorum. Onun dışında yarış, aman yorulmayım endişesi ile, kendimi hırpalamadan geçiyor. Yarışa son başlamanın avantajı kimse sizi geçmiyor. Sizin geçtiğiniz insanlar motivasyon sağlıyor.

3000m dönüş balonu sandığım gibi açıkta değilmiş. İlk başlarda boş yere açığa doğru yüzüyorum. Aslında kerteriz noktası, balonun hemen arkasında belirgin şekilde uzanan ve yüzerken çok rahat görünen bir dağ çıkıntısıymış. Çabuk toparlıyorum. Bu yarışlarda nedense son 500mt, toplam yüzülen mesafenin yarısından daha uzun gibi geliyor bana. Balona gelince, dönüş yapmadan önce, hemen yanında demirlemiş olan tekneye numaralarımızı söylüyoruz.

Dönüş kerterizi daha zor. Limanın ağzını karıştırıp açığa doğru yüzüyoruz çoğumuz. Etrafımızda güvenlik sebebiyle dolanan kanolar son ana kadar uyarmıyor bizi. Kanonun uyarmasıyla geniiiiş bir yay çizerek doğru yolu buluyorum. Limanın ağzına 200metre kala yavaşlayıp yakınımda yüzen kişinin sol kolunun altına yerleşip deryalinden faydalanmaya çalışıyorum. Bir süre sonra üzerime doğru yüzmeye başlıyor. Limanın içine girmek yerine açığa doğru gittiğini farkedince iyice yavaşlayıp deryalinden çıkıyorum. O finish noktasından giderek uzaklaşırken ben, içim mutlulukla dolu, hızla yoluma devam ediyorum. Buna rağmen merdivenlere metreler kala önüme geçmeyi başarıyor.

Bütün iyi yüzücüler 6000m ye katılmış olmalı ki 1 saat 12 dakikalık korkunç performansımla bile sudan 9. çıkıp, yaş grubunda 1.,  genel klasmanda 3. olmayı başarıyorum. Sadece ben değil bütün Datça arkadaşlarımla kürsüyü görüyoruz.



Yarış organizasyonunu gerçekleştiren Kaş361’in yarış koordinatörü Levent Topçu ile akşam karşılaştığımız zaman “ yarış süresince bir tekne ya da kano balon ile start /finish noktası arasında gidip gelsin ki ne tarafa yüzeceğimizi kestirebilelim” diyorum. “O zaman açık su yarışı olmasının ne anlamı var” diyor. Doğru söylüyor. Yarış biteli beri masada ki herkes yarı noktadan sonra hangi "yanlış" tarafa yüzdüğünü anlatıyor. Açık suda yüzebilmek kondisyon, güç ve hız kadar navigasyon, kerteriz alma, düz yüzebilme becerisi de gerektiriyor. Bizim gibi bu becerilerden yoksun olanlar uçsuz bucaksız mavilikte bir oraya bir buraya gidip geliyorlar!

10 Mart 2014 Pazartesi

2014 Çiğli Duatlonu

İkincisi gerçekleştirilen Çiğli Duatlonu bu yıl bir hafta önceye alınarak 9 Mart 2014 de yapıldı. Bu bir haftanın bizlere geri dönüşü şiddetli rüzgar, güneşsiz gökyüzü, bunların sonucunda dondurucu bir hava oldu. Geçen yıla göre, soğuktan mıdır nedir bilinmez, katılımcısının arttığı ama seyircisinin azaldığı (katılımcılar dışında neredeyse hiç olmadığı) bir yarış oldu.

Teknik toplantının bir gün önce yapılarak yarış hakkında bilgiler verilmesi, kayıtların yarış sabahına kalmamış olması geçen sene yaşanan izdiham ve kargaşanın engellenmesi adına çok güzel bir gelişme. 

İkinci güzel gelişmede bu yıl duatlona halk yarışının eklenmiş olması. Sadece 70 kişinin katılmış olması ilk yıl için güzel bir başlangıç diyelim. Ama bu yılın halk yarışçıları geleceğin lisanslı sporcuları olacak diye düşünürsek, duyuruların elektrik direklerine asılan birkaç afişle sınırlı olmaması gerekirdi. Neden lise ve ortaokullarda bu tür halk yarışları duyurulmuyor? Öğrencilerin yarışa katılması neden teşvik edilmiyor? Yarışa katılan öğrenciler, dereceleri ne olursa olsun, öğretmenleri tarafından neden ödüllendirilmiyor?

Yaş gruplarının yarışı geçen yıl olduğu gibi bu yıl da öğleden sonra 13.30da başlıyor. Sabah yarışlarına alışık olduğumdan bu saatteki yarışlara herzaman aç başlıyorum. Start verilir verilmez insanlar sağımdan solumdan uçuşarak geçmeye başlıyor. Hastalığın son günlerinde olduğumdan pek öyle rekabete girecek halim yok. Hatta rekabete girmeme gerek bile yok. Geçen yıl olduğu gibi, 3 milyon nüfuslu İzmir’de benim yaş gurubumda benden başka koşup bisiklete binecek ikinci bir kadın yok! “Elimden gelenin en iyisini yapayım” diye başladığım yarışın ilk 100 metresinde hedefimi “ amaaan nasıl olsa rakibim yok, grip grip fazla kasmayayım” olarak değiştiriyorum.

Ara ara kendime antrenmanda değil yarışta olduğumu hatırlatmak zorunda kalarak 5.4km yi 29 dakikada tamamlıyorum. Geçen yıla göre 1.5 dakika daha yavaşım.

Arkadan esen rüzgar sayesinde bisiklete canavar gibi başlıyorum, hızım 37km/sa. 500metre sonra ilk virajı döner dönmez hızım hala 37km/sa i gösteriyor. Allahım bu nasıl bir kondisyon???  5 dakika sonra hala aynı hızda olduğumu görünce bu işte bir tuhaflık olduğunu seziyorum. Garminin mevcut hız değil de maksimum hızı gösterdiğini fark edince havam sönüyor, moralim bozuluyor.  Rüzgar karşıdan gelirken bacaklarım yanmaya başlıyor, kalbim ağzımda atıyor. 4 turun böyle geçmeyeceğini anlayınca deryaline girebileceğim birilerini arıyorum. Birkaç yüz metre önümde, benim hızımda seyir eden birini gözüme kestirip kalan son enerjimle onu yakalıyorum: Ferda! İlk turu Ferda’nın deryalinde nabzımı yeterince düşürmüş ve dinlenmiş halde tamamlıyorum. Ne var ki 8 ay önce katıldığı ultra maratondan sonra dizinde başlayan sakatlığı tam olarak iyileşmeyen Ferda, ikinci turda bu tempoyu çıkartamayacağını söylüyor ve benim saltanatım sona eriyor. İdmansızlığımızdan, rakiplerden, yarışlardan sohbet ede ede, zaman zaman birbirimizin deryalinde dinlenerek 4 turu 29km/sa ortalama ile tamamlıyoruz.  

İkinci koşu benim için tam bir ızdırap. Hiç brick çalışmamış olmam, aylardır 1 saatin üzerinde antrenman yapmamış olmam son 2.5km de burnumdan fitil fitil geliyor.

Geçen yıla göre derecemi 1 dakika iyileştirmiş olarak kendi yaş gurubumda birinci, tüm yaş gruplarında ikinci olmam finaldeki portakal ve elmalara yetişmeme yetmiyor. Federasyon katılımcı sayısına eşit miktarda meyve dağıtmamakta ısrarcı olursa bir adet elma kapabilmek için önümüzdeki yıl daha da hızlı koşmam gerekecek.

18 Şubat 2014 Salı

Datça Kış Yüzme Maratonu 2014

18 haftalık Maraton programımın 11. Haftasında arka arkaya giren kramplar yüzünden maratona katılmaktan vazgeçiyorum. Neye hazırlanacağımı, nasıl bir program izleyeceğimi bilemez bir haldeyken Levent Datça kış yüzme maratonundan bahsediyor. Runtalyaya hazırlandığım 11 hafta süresince yüzme antrenmanlarımı çok ihmal ettiğimin farkındayım. Önce sıcak bakmıyorum; çok uzun diyorum, hava soğuk olur diyorum, antrenmansızım diyorum ama bir yandan da maratondan ortaya çıkan boşluğu doldurmak istiyorum.

Yarış 15 Şubatta, ben 12 Şubata kadar her gün, 12C görünen hava sıcaklığının 16lara çıkmasını umarak günde en az 3 kez hava durumunu kontrol ediyorum. Hava ısınmıyor ama ben kaydımı yapıyorum.

Her zaman ki gibi internete giriyor ve yüzüyoruz.com dan daha önce bu yarışa katılan kişilerin yorumlarını okuyorum.

Öğrendiklerim şunlar: Wetsuit yasak ama ilk 3-5 dakika hissedilen yanma dışında vücut soğuğa alışıyor. Soğuk yüzünden tekneye binen birkaç kişi var. Bir katılımcı soğuk sebebiyle birkaç kez kusmasına rağmen yarışı bitirmeyi başarmış. Bu kızlar çok cılız, son aylarda aldığım birkaç kilonun beni 16C suda sıcak tutacağına inanıyorum.

Teknik yüzme yok. Kumluk plajından çıkıp karşıdaki fener adasına (adadan çok kayalığı andırıyor) kadar yüzüp geri döneceğiz. Tek zorluğu mesafe ve soğuk.
Şikâyetler, çoğu açık deniz yüzme yarışında olduğu gibi, burada da dubaların görünmemesi üzerine. Dönüş yolunda ne tarafa yüzeceğini bilemeyen, kerteriz alamayan, dubaları göremeyen sporcuların yazılarını okuyorum.

Yarış sabahı hava güneşli ama çok soğuk ve rüzgarlı. Forum sitelerinde okuduklarımı hatırlayarak, yarış parkurunu keşfe çıkıyorum. Start alanının arkasında, dönüşte kerteriz alabileceğim yüksek yapılar ya da tepeler arıyorum. Geri döneceğim koyu tanıyabilmek için kıyının özelliklerine bakıyorum ama fener adasından kıyının nasıl göründüğü hakkında en ufak bir fikrim yok.

Yarışın başlamasına 5 dakika kala üzerimde mayoyla zıplarken bir daha böyle bir yarışa katılmayacağımı söylüyorum: Çok soğuk, bu eziyete değmez. Yarışmaktan vazgeçmemek için ayak parmağım dahi suya değmesin diye büyük özen gösteriyorum. Fener adası ve önümüzde ki ilk duba kumsaldan görünüyor ama aynı hizada değiller. Ada doğu yönünde. Rüzgar kuzeyden esiyor, bizi güneye atar düşüncesiyle olması gerekenden daha kuzeye koymuş olabilirler mi? Sorduğum insanlar gülümsüyor: O kadar ince düşünüyor olamazlar! Eğer 5000 yerine 6000m yüzmek istemiyorsam ilk dubanın epey altında kalmam gerekiyor.

Vazgeçersem kıyıya dönmek kolay olsun diye start düdüğü çaldığında kalabalığın en arkasındayım. Yazın 40 derece sıcakta bile benim denize girmem bir seremonidir. Çeşmenin 22 derece sularında başımı suya sokmam 10 dakikayı bulur. Burada o kadar vaktim yok, sığ suda koşabildiğim kadar koşup suya atlıyorum. Yüzmek adı altında çırpınıyorum, ısınmıyorum. Bacaklarımı triatlon antrenmanlarından gelen bir alışkanlıkla fazla hareket ettirmem ama burada ısınabilmek için körfez vapurlarını aratmayacak bir performansla çapada çupada ilerliyorum. 1 dakika geçmeden 2 saat boyunca bu soğuğa dayanamayacağımı düşünüyorum. 10 dakika sonra yanma hissinin geçeceğini söylemişlerdi ama 10 dakika bile bu eziyet için çok uzun geliyor. Yüzmeye konsantre olamıyorum ama geri de dönemiyorum: Zamanıma,  emeğime acıyorum. Bunları düşünürken aniden uyuşuyorum. Hala soğuk, serinliği hissediyorum ama canımı yakmıyor artık. Yaklaşık 5 dakika sonra yanımda birinin aşağı yukarı benim hızımda yüzdüğünü fark ediyorum. Deryaline girip kerteriz alma işini ona bırakmayı düşünüyorum, ben sadece onu izleyeceğim.

Brifing verilirken adanın önünde ki 3. Dubayı saat yönünde döneceğimiz söylendi ama çoğu kişi bunu, bütün dubaların solundan geçileceği şeklinde anladı. Öyle görünüyor ki benim deryaline girdiğim kişi de aynı yanılgıda. Onu izlemekle direk adaya yüzmek arasında bocalıyorum. Sürekli kerteriz almaya çalışmak ve suda yalnız yüzmekle harcayacağım zamanı, ikinci duba için kuzeye 50 m fazla açılmakla kaybedeceğim zamanla kıyaslıyor ve adamı takip etmeye karar veriyorum. Benim deryale yatma işi fazla uzun sürmüyor. Deryalinde kalabilmek için çok yavaşlayınca üşümeye başlıyorum. Kerteriz işini yine ona bırakarak yanında yüzmeye başlıyorum. Kollarım çok üşüyor, vazelini sadece omuzlarıma sürmemeliydim. İlk dubayı geçince su daha da soğuyor. Adaya doğru suyun derinliği arttıkça daha da üşüyeceğimi fark ediyorum.
İkinci dubadan sonra beraber yüzdüğüm kişi dubayı görebilmek için sürekli duruyor. Ben yalnız kalıyorum. Yarıştan iki hafta önce Mustafa’nın bana verdiği antrenman programı sayesinde yüzmeyi kesmeden kerteriz alabiliyorum ama bir de nereye yüzeceğimi bilsem!

Adaya çok yaklaştım, bir süredir yalnız yüzüyorum. Durup etrafımda 360 derece dönüyorum ama kerteriz almak için bir süre önce duran buddy imi artık etrafımda, arkamda göremiyorum. İlk kez panikliyorum. Etrafta hiç kimse yok, geri dönmeye başlayan insanları da göremiyorum. Kayalıkların önünde ki dubayı dönerken numaramızı sesleneceğimiz görevlileri de göremeyince, buddy mi takip ederken kuzeye doğru gereğinden fazla açıldığımı, kayalıkların batı kıyısı yerine kuzey kıyısı tarafında olduğumu düşünüyorum. Zira buddy ortada yok, hatasını fark edip yönünü düzeltmiş olmalı. Yön duygumu tamamen kaybettim. Dubanın başka bir yere konduğunu düşünerek, son bir çaresizlikle kayalıkların güneyinde bulunan teknelere doğru yüzmeye başlıyorum. Sadece birkaç kulaç atmışken kafamı sudan çıkardığımda büyük bir kalabalığın hızla bana doğru geldiğini fark ediyorum. Allahım doğru tarafa yüzüyormuşum! Gerisin geriye dönüp hala göremediğim dubaya rağmen adaya doğru yüzmeye başlıyorum. Kaybettiğim zamanı telafi etmek için bacaklarıma o kadar yükleniyorum ki numaramı söylemek için durduğumda her iki kalf ıma kramp giriyor. Benle aynı anda numarasını seslenenlerden biri diğerine “yine beraber yüzelim” diyor. Diğeri “yüzelim de nereye yüzeceğiz” diye cevap veriyor. Amanın! Ne duba belli, ne binalar. Kilometrelerce uzanan bir kıyı, neresi hangi koy belli değil, karşıda bir koy olup olmadığı bile belli değil! Sabah ki araştırmalarımdan hatırladığım Çatalkaya’ya benzer bir dağı gözüme kestirip ona doğru yüzmeye karar veriyorum, o dağ bu dağ mı bilemeden: Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete…

İlk kulacı atmamla büyük bir dalganın suratımda patlaması bir oluyor. Biz adaya varıncaya kadar rüzgar şiddetlenmiş, dalgalar büyümüş! Nefes alamıyorum kafamı her çevirdiğimde su yutuyorum. Diğer taraftan nefes alayım diyorum ama bu sefer de açığa bakarken dalganın beni ne kadar sürüklediğini ya da yönümü değiştirip değiştirmediğini anlayamıyorum. Ne tarafa yüzdüğünü bilemeyen bir sürü insan denizin orta yerinde birbirine soruyor doğru mu gidiyoruz diye. Bana sorduklarında ben hep “evet “ diyorum, moralleri bozulmasın diye. Kıyıya biraz daha yaklaşınca bazen bir tepeyi, bazen evine giden bir balıkçı teknesi olmamasını umarak bir tekneyi, bazen önümde yüzen bir diğer sporcuyu kerteriz alıyorum. Yanımda kurbağa yüzen kız için “keh keh yorulmuş, ben yorulmadım” derken benden daha hızlı ilerlediğini fark edip hayıflanıyorum: Ben de yorulmuşum! Neresinden dolandıysam, ikinci dubayı hiç görmüyorum, kıyıya 400mt yakınlıkta olan 3. Dubadan sonra 7-8 kişi beni geçiyor. Ne yapsam da yetişemiyorum. Çok su yuttum, çok sıkıldım, çok yoruldum, çok üşüdüm…


Bunun bir yarış olmasından geçtim, haftada 2000-3000mt yüzerek 5000mt lik bir mesafeyi rahatlıkla kat edeceğini ummak külliyen hata imiş. Açık deniz tecrübesi istiyor, kondisyon istiyor, dalgalarla boğuşabilmek için güç istiyor. Yine de 2 saat 7 dakika sonra kıyıya vardığımda böyle uzun bir yüzme yarışına bir daha katılasım var.