İnsan hiç bilmediği bir yarışa kendini hiçbir zaman hazır
hissetmiyor. Bu yıl mutlaka katılacağım dediğim Çeşme triatlonunun tarihinin,düşündüğümden
1 ay önce olduğunu öğrenince ilk tepkim “yok hazır değilim, katılamam” oluyor.
Kağan “daha ne hazırlanacaksın, her gün antrenman yapıyorsun” deyince evet
diyorum, daha ne hazır olucam?
Sprint yarışı kısa ama hızlı bir yarış, bense hiçbir zaman
hızlı olmadım. Daha önce duatlon a katılmışlığım var, aşağı yukarı bisiklette ve
koşuda nasıl bir performans sergileyeceğimi biliyorum ama hiç yüzmedim. O
yüzden triatlon genelinde ne kadar çuvallayacağım hakkında bir fikrim yok.
Yarıştan önce emin olamadığım konularda bilgi almak için
bazı arkadaşlara mesaj atıyor ya da arıyorum. Bir yıl önce Mavi Karga kulübünü
kuran ve kulübe üye toplamak adına, yarışlara ferdi olarak katılmayı tercih eden sporculara,
aralarında aldıkları kararla, bilgi vermeyi, motive etmeyi, tebrik ve takdir
etmeyi kesen kargalar her zaman ki gibi eylemlerinden ödün vermiyorlar.
Telefonlar açılmıyor, mesajlara geri dönülmüyor, yarış öncesi bilgi verilmiyor
hatta Mavi Karga sitesinde linki verilen triatlon bilgisi aynı gün siteden
siliniyor.
Triatlon federasyonu bir yandan bu spor dalı halk arasında
yayılsın, katılım artsın diye uğraşadursun, İzmir il temsilcisinin aynı zamanda
bir karga olması, ferdi yarışmayı tercih eden İzmirli sporcular için ciddi
anlamda talihsizlik…
Velhasıl, insanın hiç bilmediği bir yarışa katılması
yeterince zorken, bunu hiç bilmediği bir yerde ve hiç tanımadığı insanlarla
yapması işi daha da zorlaştırıyor. Neyse ki Çeşme bildik bir yer diye
sevinirken yarış güzergahı, yarıştan 2 gün önce, trafiğin kapatılamaması
sebebiyle Çeşme merkezden Çiftlikköy’e alınıyor. Bense antrenmanımı iki gün boyunca yanlış yerde yaptığımla kalıyorum. Yarıştan bir gün önce, tüm
yarışmacıların katılmasının zorunlu olduğu teknik toplantıda 40-50-60+ yaş
gruplarının yarış saati değiştirilerek en öne alınıyor ve tüm yaş grupların saati
kayıyor. Alpay Akhun’un yarış sonrası cycling.tr a yazdığı yazıda, teknik
toplantıya katılma zorunluluğundan dolayı dinlenememekten yakınan bir sporcunun
sitemlerini okuyunca şaşırıyorum, zira o toplantıda olmayıp yarışa katılan
birçok sporcu vardı. Buna da o sporcunun “ferdi” şanssızlığı diyelim…
Yüzme etabı: Alpay Akhun, triatlona yeni başlayanlar için yazdığı yazıda, yavaş bir sedanterin (günlük yaşamında sporla pek alakası
olmayan kişi) 750m yi 15 dakikada yüzeceğini öngörüyor. Bu, benim havuzda ki
derecem! Denizde yüzülen derecenin her zaman havuzda kinden daha yavaş olacağına
dair bugüne kadar okuduğum yazıları göz önüne alarak durumumdan epey endişe
ediyorum. Urla yüzme yarışında Noyan'ın, son grubun arkasında kalan yüzücülerin
arkadan gelen cankurtaran botuna alınması için ısrar edilmesinden, yarışlara
yabancı olan tecrübesiz sporcuların hevesinin kırıldığı sebebiyle şikâyetçi
olduğunu hatırlıyorum. Eğer bu triatlon yarışı için de geçerliyse cankurtaran
botuyla karaya çıkmak istemiyorum.
Yarışı izlemek ve destek olmak için gelen annem de, suya birlikte gireceğim 50 iri kıyım erkeği görünce Nur ne yapacak bunların arasında,
can kurtaran botuna alınır herhalde diye düşünüyor. Birbirimizden habersiz aynı
endişeyi taşırken, daha önce belirlediğim stratejiye bağlı kalarak, diğer
sporcularla çarpışmamak ve üzerimden geçmelerine engel olmak için, start
düdüğünden sonra yerimde 10a kadar sayıyorum. Su içinde navigasyonumun iyi
olduğunu biliyorum, çok fazla kafamı sudan çıkarmadan ilk dubaya ulaşıyorum, bu yüzden diğer yüzücülerden habersizim. İkinci balona giderken dalgalar büyüyor ve tam karşıdan gelmeye bağlıyor.
Mehter marşıyla yürüyor gibi, her iki kulaçta bir az önce geçtiğim kayayı
tekrar görüyorum. Neyse ki dalgaların büyüklüğü, sanırım yönü sebebiyle, alışık
olduğum sağ taraftan nefes almamı zorlaştırmıyor. İkinci dubaya kadar kendimi
“bu dalga herkes için var, ben ne kadar zorlanıyorsam onlar da o kadar zorlanıyor”
diyerek teselli ediyorum. Ha bir de
“ikinci dubadan sonra dalga arkamdan gelecek, her şey çok kolay olacak”
yanılgısıyla… İkinci dubadan sonra dalga tam arkadan gelmediği için beni sağa
doğru itiyor. Bu durumun çıkış noktasının sağına düşmeme sebep olacağını
bildiğimden sık sık kafamı sudan çıkarıp kıyıyı kontrol etmek zorunda
kalıyorum. Bu arada nasıl olduysa ikinci dubadan sonra kendimi bir mavi
karganın kah ayağının dibinde kah böğründe buluyorum. Harika draft noktaları…
Sudan Alpay’la birlikte çıkıyoruz, daha doğrusu ben, az serinlemişim de şimdi
havlumu serip güneşlenecekmişim edasıyla salınırken Alpay aniden şahlanıyor,
kükrüyor ve kelimenin tam anlamıyla 4 nala koşmaya başlıyor. O anda
hatırlıyorum ki bu bir yarış. Koş diyorum bacaklarıma ama beni dinlemiyorlar!
Bisiklet: Sudan dördüncü çıkıyorum ama o kocaman erkeklerin
bisiklet etabında beni çiğ çiğ yiyeceklerini biliyorum. Duatlonda edindiğim
tecrübeyle bisikleti ters bırakan az sayıda sporcudan biriyim. Aslında her şeyi
doğru yapmıştım, kaskımı, kafama takış yönünde gidona bırakmış, pedalı ayağımı
kilide takıp hemen hareket edecek şekilde 10u 20 geçe pozisyonunda bırakmıştım.
Ne var ki bisiklet hareket ederken pedal
12ye çok yaklaşıyor, diğer pedalı yukarı almak için uğraşırken zincir
çıkıyor. Yetmiyormuş gibi triatlonu sunan kişi elinde ki mikrofondan “Nur hanım, triatlona katılmak Çeşme'de tatil yapmaya benzemez” diye bağırınarak rezilliğimi herkese duyuruyor!
Bisiklet etabı git
dön 8 tur. Yarıştan önce bisiklet
dönüşlerinin çok rahat olduğunu okumuştum ama o yazı herhalde Çeşme merkezde
yapılacak yarış için yazılmıştı. Zira iki şeritli yolun orta yerine kukuleta
konarak düzenlenmiş dönüşler, etrafına toplanan kalabalıkla birlikte hiç de rahat
görünmüyor. Hele benim gibi sol tarafa dönemeyen biri için 15 dönüş çok
zalimce! Nitekim zaten yeterince yavaşlamak zorunda kaldığım dönüş noktalarında, son birkaç turda yorgunluğumun artmasıyla, durma noktasına ulaşıyorum.
Antrenmanlarda bu dönüşlerde durup bisikleti elimle döndürüyordum, en azından
bisikletten inmeden ve düşmeden 15 kez dönmeyi başarıyorum.
İlk turda garmine bakıp toplam mesafenin 21k dan uzun olacağını hesaplıyorum olur da sayarken şaşırırsam diye. 7.turda, son tura başlarken seyircilerden biri “Nur bitti” diye sesleniyor. Garmin 20,4k yı gösteriyor, yanlış sayıp saymadığımdan emin olamıyorum. Fazladan bir tur atmanın bana 6 dakika kaybettireceğini hesaplamak moralimi bozmama, geri dönüp dönmemek konusunda ki kararsızlığım yavaşlamama sebep oluyor. Birçok sporcunun, tur saymak yerine km ye baktığı için eksik turdan elenmesine sebep olan bisiklet etabı 23.2km de bitiyor.
Koşu: Nedense koşunun, bisiklet parkurunun tamamını, yani 2600m
yi 2 kez koşarak 5k da biteceğini düşünüyorum. O yüzden 600m de ki dönüş
noktasını görmüyorum bile. Arkamdan “bayan, bayan” diye bağırılmasına da aldırış
etmiyorum çünkü bana değil de, koşu etabının gerçekleştiği kaldırımı kaplayarak
yürüyen 4 kadına seslendiklerinden çok eminim. Görevlinin seslenmekten
vazgeçtiği bir anda, dönüş noktasından 50m kadar uzaklaştıktan sonra dönüp
arkama bakıyorum. İyi ki bakmışım yoksa bisiklette kaybetmekten korktuğum
zamanı, 1200m fazla koşarak kaybedecekmişim. Yüzmeden hemen sonra tuzlu ve
ıslak bisiklete binmek beni rahatsız etmiyor ancak koşu sırasında tuz
dudaklarımı dağlıyor. Organizasyon tarafından su verilmiyor, seyircilerin de su
vermesi yasak. İkinci turun başında masada oturan bir görevli “susamış
görünüyorsunuz” deyip yarısını içtiği ısınmış suyu bana uzatıyor, 5 km boyunca önünden
her geçişimde el sallayıp teşekkür ediyorum.
Bisiklette ne kadar yorulursanız yorulun, yüksek kadans ve
nabıza alışmış bacaklar koşuya çok hızlı başlıyor. İlk km ne olduğunu anlamadan
geçiyor, kalan 4km ise, Cemil'in dediği gibi, “geriye kalan nedir ki? Nefes
almadan bile koşarsın”
İlk triatlonumda duatlonda ki gibi yaş grubumda tek kişi
katıldığım için tek başıma kürsüye çıkıyorum. Beni gerçek anlamda motive eden
ise tüm yaş gruplarında İpek Onaran ve Virginie Arslan’ın ardından üçüncü
olmam.