12 Ağustos 2013 Pazartesi

Çeşme Triatlonu 2013

İnsan hiç bilmediği bir yarışa kendini hiçbir zaman hazır hissetmiyor. Bu yıl mutlaka katılacağım dediğim Çeşme triatlonunun tarihinin,düşündüğümden 1 ay önce olduğunu öğrenince ilk tepkim “yok hazır değilim, katılamam” oluyor. Kağan “daha ne hazırlanacaksın, her gün antrenman yapıyorsun” deyince evet diyorum, daha ne hazır olucam?

Sprint yarışı kısa ama hızlı bir yarış, bense hiçbir zaman hızlı olmadım. Daha önce duatlon a katılmışlığım var, aşağı yukarı bisiklette ve koşuda nasıl bir performans sergileyeceğimi biliyorum ama hiç yüzmedim. O yüzden triatlon genelinde ne kadar çuvallayacağım hakkında bir fikrim yok. 

Yarıştan önce emin olamadığım konularda bilgi almak için bazı arkadaşlara mesaj atıyor ya da arıyorum. Bir yıl önce Mavi Karga kulübünü kuran ve kulübe üye toplamak adına, yarışlara ferdi olarak katılmayı tercih eden sporculara, aralarında aldıkları kararla, bilgi vermeyi, motive etmeyi, tebrik ve takdir etmeyi kesen kargalar her zaman ki gibi eylemlerinden ödün vermiyorlar. Telefonlar açılmıyor, mesajlara geri dönülmüyor, yarış öncesi bilgi verilmiyor hatta Mavi Karga sitesinde linki verilen triatlon bilgisi aynı gün siteden siliniyor.

Triatlon federasyonu bir yandan bu spor dalı halk arasında yayılsın, katılım artsın diye uğraşadursun, İzmir il temsilcisinin aynı zamanda bir karga olması, ferdi yarışmayı tercih eden İzmirli sporcular için ciddi anlamda talihsizlik…

Velhasıl, insanın hiç bilmediği bir yarışa katılması yeterince zorken, bunu hiç bilmediği bir yerde ve hiç tanımadığı insanlarla yapması işi daha da zorlaştırıyor. Neyse ki Çeşme bildik bir yer diye sevinirken yarış güzergahı, yarıştan 2 gün önce, trafiğin kapatılamaması sebebiyle Çeşme merkezden Çiftlikköy’e alınıyor. Bense antrenmanımı iki gün boyunca yanlış yerde yaptığımla kalıyorum. Yarıştan bir gün önce, tüm yarışmacıların katılmasının zorunlu olduğu teknik toplantıda 40-50-60+ yaş gruplarının yarış saati değiştirilerek en öne alınıyor ve tüm yaş grupların saati kayıyor. Alpay Akhun’un yarış sonrası cycling.tr a yazdığı yazıda, teknik toplantıya katılma zorunluluğundan dolayı dinlenememekten yakınan bir sporcunun sitemlerini okuyunca şaşırıyorum, zira o toplantıda olmayıp yarışa katılan birçok sporcu vardı. Buna da o sporcunun “ferdi” şanssızlığı diyelim…

Yüzme etabı: Alpay Akhun, triatlona yeni başlayanlar için yazdığı yazıda, yavaş bir sedanterin (günlük yaşamında sporla pek alakası olmayan kişi) 750m yi 15 dakikada yüzeceğini öngörüyor. Bu, benim havuzda ki derecem! Denizde yüzülen derecenin her zaman havuzda kinden daha yavaş olacağına dair bugüne kadar okuduğum yazıları göz önüne alarak durumumdan epey endişe ediyorum. Urla yüzme yarışında Noyan'ın, son grubun arkasında kalan yüzücülerin arkadan gelen cankurtaran botuna alınması için ısrar edilmesinden, yarışlara yabancı olan tecrübesiz sporcuların hevesinin kırıldığı sebebiyle şikâyetçi olduğunu hatırlıyorum. Eğer bu triatlon yarışı için de geçerliyse cankurtaran botuyla karaya çıkmak istemiyorum.
 
Yarışı izlemek ve destek olmak için gelen annem de, suya birlikte gireceğim 50 iri kıyım erkeği görünce Nur ne yapacak bunların arasında, can kurtaran botuna alınır herhalde diye düşünüyor. Birbirimizden habersiz aynı endişeyi taşırken, daha önce belirlediğim stratejiye bağlı kalarak, diğer sporcularla çarpışmamak ve üzerimden geçmelerine engel olmak için, start düdüğünden sonra yerimde 10a kadar sayıyorum. Su içinde navigasyonumun iyi olduğunu biliyorum, çok fazla kafamı sudan çıkarmadan ilk dubaya ulaşıyorum, bu yüzden diğer yüzücülerden habersizim. İkinci balona giderken dalgalar büyüyor ve tam karşıdan gelmeye bağlıyor. Mehter marşıyla yürüyor gibi, her iki kulaçta bir az önce geçtiğim kayayı tekrar görüyorum. Neyse ki dalgaların büyüklüğü, sanırım yönü sebebiyle, alışık olduğum sağ taraftan nefes almamı zorlaştırmıyor. İkinci dubaya kadar kendimi “bu dalga herkes için var, ben ne kadar zorlanıyorsam onlar da o kadar zorlanıyor” diyerek teselli ediyorum.  Ha bir de “ikinci dubadan sonra dalga arkamdan gelecek, her şey çok kolay olacak” yanılgısıyla… İkinci dubadan sonra dalga tam arkadan gelmediği için beni sağa doğru itiyor. Bu durumun çıkış noktasının sağına düşmeme sebep olacağını bildiğimden sık sık kafamı sudan çıkarıp kıyıyı kontrol etmek zorunda kalıyorum. Bu arada nasıl olduysa ikinci dubadan sonra kendimi bir mavi karganın kah ayağının dibinde kah böğründe buluyorum. Harika draft noktaları… Sudan Alpay’la birlikte çıkıyoruz, daha doğrusu ben, az serinlemişim de şimdi havlumu serip güneşlenecekmişim edasıyla salınırken Alpay aniden şahlanıyor, kükrüyor ve kelimenin tam anlamıyla 4 nala koşmaya başlıyor. O anda hatırlıyorum ki bu bir yarış. Koş diyorum bacaklarıma ama beni dinlemiyorlar!




Bisiklet: Sudan dördüncü çıkıyorum ama o kocaman erkeklerin bisiklet etabında beni çiğ çiğ yiyeceklerini biliyorum. Duatlonda edindiğim tecrübeyle bisikleti ters bırakan az sayıda sporcudan biriyim. Aslında her şeyi doğru yapmıştım, kaskımı, kafama takış yönünde gidona bırakmış, pedalı ayağımı kilide takıp hemen hareket edecek şekilde 10u 20 geçe pozisyonunda bırakmıştım. Ne var ki bisiklet hareket ederken pedal  12ye çok yaklaşıyor, diğer pedalı yukarı almak için uğraşırken zincir çıkıyor. Yetmiyormuş gibi triatlonu sunan kişi elinde ki mikrofondan “Nur hanım, triatlona katılmak Çeşme'de tatil yapmaya benzemez” diye bağırınarak rezilliğimi herkese duyuruyor! 

Bisiklet etabı git dön 8 tur.  Yarıştan önce bisiklet dönüşlerinin çok rahat olduğunu okumuştum ama o yazı herhalde Çeşme merkezde yapılacak yarış için yazılmıştı. Zira iki şeritli yolun orta yerine kukuleta konarak düzenlenmiş dönüşler, etrafına toplanan kalabalıkla birlikte hiç de rahat görünmüyor. Hele benim gibi sol tarafa dönemeyen biri için 15 dönüş çok zalimce! Nitekim zaten yeterince yavaşlamak zorunda kaldığım dönüş noktalarında, son birkaç turda yorgunluğumun artmasıyla, durma noktasına ulaşıyorum. Antrenmanlarda bu dönüşlerde durup bisikleti elimle döndürüyordum, en azından bisikletten inmeden ve düşmeden 15 kez dönmeyi başarıyorum.




İlk turda garmine bakıp toplam mesafenin 21k dan uzun olacağını hesaplıyorum olur da sayarken şaşırırsam diye. 7.turda, son tura başlarken seyircilerden biri “Nur bitti”  diye sesleniyor. Garmin 20,4k yı gösteriyor, yanlış sayıp saymadığımdan emin olamıyorum. Fazladan bir tur atmanın bana 6 dakika kaybettireceğini hesaplamak moralimi bozmama, geri dönüp dönmemek konusunda ki kararsızlığım yavaşlamama sebep oluyor.  Birçok sporcunun, tur saymak yerine km ye baktığı için eksik turdan elenmesine sebep olan bisiklet etabı 23.2km de bitiyor.

Koşu: Nedense koşunun, bisiklet parkurunun tamamını, yani 2600m yi 2 kez koşarak 5k da biteceğini düşünüyorum. O yüzden 600m de ki dönüş noktasını görmüyorum bile. Arkamdan “bayan, bayan” diye bağırılmasına da aldırış etmiyorum çünkü bana değil de, koşu etabının gerçekleştiği kaldırımı kaplayarak yürüyen 4 kadına seslendiklerinden çok eminim. Görevlinin seslenmekten vazgeçtiği bir anda, dönüş noktasından 50m kadar uzaklaştıktan sonra dönüp arkama bakıyorum. İyi ki bakmışım yoksa bisiklette kaybetmekten korktuğum zamanı, 1200m fazla koşarak kaybedecekmişim. Yüzmeden hemen sonra tuzlu ve ıslak bisiklete binmek beni rahatsız etmiyor ancak koşu sırasında tuz dudaklarımı dağlıyor. Organizasyon tarafından su verilmiyor, seyircilerin de su vermesi yasak. İkinci turun başında masada oturan bir görevli “susamış görünüyorsunuz” deyip yarısını içtiği ısınmış suyu bana uzatıyor, 5 km boyunca önünden her geçişimde el sallayıp teşekkür ediyorum.

Bisiklette ne kadar yorulursanız yorulun, yüksek kadans ve nabıza alışmış bacaklar koşuya çok hızlı başlıyor. İlk km ne olduğunu anlamadan geçiyor, kalan 4km ise, Cemil'in dediği gibi, “geriye kalan nedir ki? Nefes almadan bile koşarsın”

İlk triatlonumda duatlonda ki gibi yaş grubumda tek kişi katıldığım için tek başıma kürsüye çıkıyorum. Beni gerçek anlamda motive eden ise tüm yaş gruplarında İpek Onaran ve Virginie Arslan’ın ardından üçüncü olmam.