6 Mart 2012 Salı

RUNTALYA MARATON: Gözünüzde Büyütecek Hiç Bir Şey Yok, Altı Üstü 42km!

Bu ilk maratonum, 16 haftada hazırlandım; uzun koşuların ikisini, tempoların çoğunu kaçırdım. Son haftalarda inanılmaz savsakladım, intervallere sadık kaldım ama tempo ve uzun koşularımı olması gerekenden her zaman 15-20sn daha yavaş yaptım...

Yarıştan birkaç hafta önce Sports International'da Mustafa ile ve yarıştan önce ki son Pazar günü Dailymile cıların geleneksel (henüz ikinci!) flamingo koşusunda Alessia ile yaptığım sohbetler sonunda yarış stratejimi belirliyorum. İlk 21km yi ortalama @5.40 la geçeceğim. Bu, geçen yılki yarı maraton ortalama pace ime (@5.29) bakarak ve son bir yılda yaptığım antrenmanlarla daha da gelişmiş olduğumu öngörerek beni ilk 21km çok rahat koşturtacak bir hız. İkinci yarıda ilk 10km @5.40ı mümkün olduğunca korumaya, son 10km de ise @6.00 civarında kalmaya çalışacağım. 32km den sonra beni neyin beklediği hakkında hiç bir fikrim olmadığı için duvar görürsem son 5km lerde hızımın @6.10lara kadar düşebileceğini varsayıyorum. Buna göre yarış öncesi son hedefimi duvarı görmezsem First ün öngördüğü şekilde 4.04.54, duvarı görürsem 4.15.00 olarak belirliyorum.

Bavulda bir sürü t-shirt ve üzerimde sadece polarla yola çıktığım için pişmanım. Zira Antalya’da umduğumuz 17 C güneşli havayı bulamıyoruz. Yaz buraya henüz gelmemiş. Rüzgar ve soğuk gözümü korkutuyor. Yarış gününe kadar ısınır diye umuyoruz ama 3 gün boyunca hissedilir hiç bir değişiklik olmuyor.

Yarış sabahı bavuldan çıkan her şeyi üst üste giyip iniyorum kahvaltıya, yetmiyor. Kahvaltıda minicik tuzsuz bir peynirle biri reçelli diğeri ballı iki dilim kepekli ekmek yiyorum, o da yetmiyorL Açım ama daha fazla yiyip yarışta sürprizle karşılaşmak istemiyorum. Yarışa 30 dakika kala bir powerade içip 3 dakika var anonsuna kadar zıplaya zıplaya geziyorum cam piramidin içinde. Can bana Noyan’ların yerini göstermek için yardım etse de o kalabalığın içinde göremiyorum. Fatih, Ferda ve Cumhure’nin yakınında yerimi alıyorum ama start verildiğinde o noktadan takın altına gelinceye kadar hepsini kaybediyorum kalabalıkta. Bu yarışta yine yalnızım…

İlk 1 km, en büyük cüsseyi dahi içine alacak şekilde hazırlanmış standart bedenli yağmurluğumdan ayrılamıyorum. İlk 2 km pace im @5.41. Başlarda hızlanmamak için insanüstü bir çaba gösteriyorum, “çok iyiyim, çok iyiyim, daha iyisini yapabilirim” diye çığıran iç sesimse kulak asmadan egomu sürekli kontrol altına almaya çalışıyorum. Gereğinden hızlı gidersem 32.km den sonra durmaktan, yürümekten, tükenmekten korkuyorum. Yolum çok uzun, amacım ilk 21km kendimi hiç zorlamadan yarışın tadını çıkarmak, Alessia'nın dediği gibi. Tabi ben ısınma temposunda da koşsam 21km nin sonunda yorgun olacağımı biliyorum, bilemediğim ne kadar yorgun olacağım.

Bazen yoldan, bazen deniz kenarından bazen parkın içinden geçiyoruz. Sürekli değişen panorama beni oyalıyor. 6,5km de biri “8km oldu herhalde” diye tahmin yürütüyor. Nasıl bir psikoloji ise bu, bana bile ait olmayan bir düşüncenin 1,5km gerisindeyiz diye ”nasıl bitecek bu yarış” telaşı kaplıyor içimi. Bununla birlikte panik gelecek, mesafe gözümde büyüyecek korkusuyla bu saçma sapan düşünceyi kafamdan uzaklaştırıp, uzun mesafe yarışlarının %60ının zihinsel olduğunu kendime tekrar hatırlatıp, yarışın tadını çıkarmak üzere kendime adım adım cılardan iki tane pace maker belirliyorum. Ortalama 5.35le koşuyoruz. Yarı maratoncuların dönüş noktasında pace makerlarım aniden ortadan yok oluyor, dahası ben yapayalnız kalıyorum. Önümde bana en yakın insan 100mt ilerde, arkamda ise kimseyi göremiyorum. Yeni tavşan arayışlarım bana vakit kaybettiriyor. Yalnız koşarken yorgunluğa değil de, odaklanmaya bağlı olarak hızımın düştüğünü fark edip kendimi sürekli dürtüyorum. 13.km de dizimde hafif bir ağrı başlıyor, çok erken ama beklenmedik değil.

Yarışlarda kendimi fazla zorlamadığımdan, yorgunluk hisseder hissetmez tempomu düşürdüğümden, antrenman tempom her zaman laktik asit eşiğimin altında seyrettiğinden, intervallerinse kaslarda laktik asit biriktirecek kadar uzun olmamasından dolayı hiçbir koşu sırasında acı hissetmedim. Maratona hazırlanırken neye benzediğini bilmeden kendimi acıya da hazırlamıştım. “Pain is inevitable, suffering is optional” Yorgunluğu 22.km den sonra, acıyı ise 30laran sonra bekliyorum.

Öger tur yarış boyunca bizi çok iyi besliyor. 2. km de suyla karşılaşmak insanlara “yok artık!” dedirtiyor. 8. km de portakal dilimleri, 15kmde muz servisi cebimde ki jelleri kullandırtmıyor. İlk jeli 22.km de ihtiyacım olduğuna inanmadan, sadece zamanı geldiğini düşünerek, ihtiyacım olduğunu fark ettiğimde çok geç olabilir korkusuyla alıyorum, tadını beğenmeyip hepsini tükürüyorum! Bilmediğiniz tatları yarış sırasında değil antrenmanda deneyin dedikleri tam olarak bu. Ben bilmediğim tadın değil, bilmediğim jel markasının kurbanı oluyorum. Saman tadında portakal aromalı jel, sugar-free?!

Dönüş noktasından sonra gücümün azalmış olacağını bu noktadan sonra aynı pace i tutturmak için kendimi biraz zorlamam gerektiğini biliyorum. Beni önümüzde ki 10km boyunca @5.40larda koşturtacak bir pace maker arıyorum. Bu noktadan sonra sabit tempoyla koşabilen yok gibi. Son 15km aynı insanları sürekli etrafımda görsem de bir türlü senkronize olamıyoruz. Ya su istasyonlarında durup daha sonra burada harcadıkları zamanı telafi etmek için çok hızlı koşuyorlar, ya da yokuşlarda çok yavaşlayıp düzlükte benim başa çıkamayacağım kadar hızlanıyorlar. Bende yokuş yukarı birini, düzlükte bir başkasını tavşan seçiyorum kendime. Olur da tavşanların hepsini aynı anda gözden kaybedersem gözüm hep garminde, @6.10 ları görünce duvar bu mu diye bir panik havası esiyor.

Antrenmanlarda koştuğum en uzun mesafe 33km, bundan sonrası muamma. Umut bana duvarın psikolojik olduğunu söylemişti. 30 anksiyetesini yenmek için kendime bir strateji geliştiriyorum: 21km den sonra kaçıncı kilometrede olduğuma değil kaç km kaldığına odaklanıyorum. 21-22 arası rüzgarı arkadan aldığımız tek yer. Burayı mutlu ve ikinci yarıda yer almasına rağmen hızlı geçiyorum. 23.km ye yarısından çoğu bitti diye başlıyorum. Benim için en zoru rüzgârı en fazla aldığımız 26-30km arası oluyor, burada zaman geçmek bilmiyor. 26. km de mehter takımının dibinden dar açı dönüş yaparken zurnayı kulağımın dibinde öttürmeleri kendimi ayrıcalıklı hissetmeme sebep oluyor. Bozcaada’da yarışı benim birkaç dakika önümde bitiren kişiyi yine bu arada geçmiş olmak da beni ayrıca motive ediyor, çökmek üzereyken tempomu arttırıyorum. Geri saymaya o kadar konsantre oluyorum ki 33. km yi geçtiğimi anlamıyorum bile. Muhtemelen o sırada 10km den de az kaldığını düşünüyorum.

7km kala ilk kez saate bakıyorum: 3.18 O zamana kadar hep @5.40-5.45 ortalamaya sadık kalmaya çalışmıştım, bundan sonra ki her km de @6.00nın altında kalabilirsem 4 saatin altında (3.59.48) bitirebileceğimi fark ediyorum. 22.km de tükürmek zorunda kaldığımı saymazsak ilk ve son kez burada jel tüketiyorum. Beni tek düşündüren finish e 1.5km kala 500mt lik yokuş. 30.km lerde yokuş çıkarken hızım @6.10lara kadar düşmüştü. 41.km de @6.20leri görmem kuvvetle muhtemel. O zaman 5.41 ortalamayı tutturmam için diğer 500mt de @5.00in altına düşmem gerekir ki şimdiden bu kadar yorgunken 41.km de bunu yapabileceğime inanmıyorum. Moralimi bozmamak için 4.04.54 ün de benim için çok iyi bir derece olacağını düşünüyorum.

Son 4.5km de su istasyonunda su veren çocuk suyu nedense bana değil de 2-3 metre arkamdan gelen yabancı adama vermeyi tercih ediyor. Tam yanındayken eline vurup “versene şunu” deyince “aa pardon” diyor ama şişe yere düşüyor. Keşke bırakıp gitseydim ama eğilip alıyorum. Tekrar hızlanmak çok zamanımı alıyor. Bacaklarımda ki ağrıyı ilk kez o zaman hissediyorum. Dailymile'dan tanığım, Nejdet Bey yetişiyor imdadıma. 100mt benle koşuyor, nasıl olduğumu soruyor, 4 saatin altında bitirebileceğimi söylüyor, beni tekrar eski hızıma ulaştırıyor ve ayrılıyor. İkinci darbe yine kendi salaklığımdan kaynaklanıyor. 40km boyunca su şişelerini saça saça ilerlemişken 20mt önümde ki adam kalan suyu yere atmak yerine kaldırım üzerinde ki betona koymayı tercih ediveriyor. Etrafta o kadar çok insan var ki, o bu jesti yapmışken ben şişemi fırlatıp atamıyorum. Yolun ortasından kaldırıma doğru koşup, şişem devrilmesin diye durup, şişeyi yerleştirip tekrar koşmaya başlıyorum. Dinlenik durumda olan biri için bu işlem birkaç saniye kaybettirir belki ama canı çıkmış olan bana durma noktasından tekrar @5.40lara ulaşmak, ikinci kez bacağımın ne kadar ağrıdığını fark ettirmesiyle beraber, çok daha fazla vakit kaybettiriyorL  

Suçlu aramanın zamanı değil: Run Forrest Run! Beni kasan yokuşu tırmandığımda geriye kalan yolun yokuş aşağı olduğunu fark etmek günün bonusu, yalnız bir sorun var: Garmine göre 200mt kalmış olmalı ama finish takı en az 500mt uzakta. Hesapta olmayan bu 300mt saniyelerle olan savaşımı kaybetmeme sebep olacak. 4 saatin altında kalmam artık mümkün değil. Hayatımın en yorucu ve en uzun 500mt sini @4.50 ile koşuyorum ama ne fayda!

Bu maratona hazırlanırken yalnız geçen uzun antrenmanlar beni canımdan bezdirmişti. Adam gibi koşabilirsem bunun ilk ve son maratonum olacağını her fırsatta beyan etmiştim. Ne var ki bir maratonun bu kadar kolay koşulduğunu bilseydim hedeflerimi ona göre belirlerdim. Bacaklarımın ağrısı geçer geçmez 4 saatin altı için antrenmanlara başlıyorum.