Yarıştan
birkaç hafta önce Sports International'da Mustafa ile ve yarıştan önce ki son
Pazar günü Dailymile cıların geleneksel (henüz ikinci!) flamingo koşusunda
Alessia ile yaptığım sohbetler sonunda yarış stratejimi belirliyorum. İlk 21km
yi ortalama @5.40 la geçeceğim. Bu, geçen yılki yarı maraton ortalama pace ime
(@5.29) bakarak ve son bir yılda yaptığım antrenmanlarla daha da gelişmiş
olduğumu öngörerek beni ilk 21km çok rahat koşturtacak bir hız. İkinci yarıda ilk
10km @5.40ı mümkün olduğunca korumaya, son 10km de ise @6.00 civarında kalmaya
çalışacağım. 32km den sonra beni neyin beklediği hakkında hiç bir fikrim olmadığı
için duvar görürsem son 5km lerde hızımın @6.10lara kadar düşebileceğini
varsayıyorum. Buna göre yarış öncesi son hedefimi duvarı görmezsem First ün öngördüğü
şekilde 4.04.54, duvarı görürsem 4.15.00 olarak belirliyorum.
Bavulda bir
sürü t-shirt ve üzerimde sadece polarla yola çıktığım için pişmanım. Zira
Antalya’da umduğumuz 17 C
güneşli havayı bulamıyoruz. Yaz buraya henüz gelmemiş. Rüzgar ve soğuk gözümü
korkutuyor. Yarış gününe kadar ısınır diye umuyoruz ama 3 gün boyunca
hissedilir hiç bir değişiklik olmuyor.
Yarış
sabahı bavuldan çıkan her şeyi üst üste giyip iniyorum kahvaltıya, yetmiyor.
Kahvaltıda minicik tuzsuz bir peynirle biri reçelli diğeri ballı iki dilim kepekli
ekmek yiyorum, o da yetmiyorL Açım ama daha fazla yiyip yarışta
sürprizle karşılaşmak istemiyorum. Yarışa 30 dakika kala bir powerade içip 3
dakika var anonsuna kadar zıplaya zıplaya geziyorum cam piramidin içinde. Can
bana Noyan’ların yerini göstermek için yardım etse de o kalabalığın içinde
göremiyorum. Fatih, Ferda ve Cumhure’nin yakınında yerimi alıyorum ama start
verildiğinde o noktadan takın altına gelinceye kadar hepsini kaybediyorum
kalabalıkta. Bu yarışta yine yalnızım…
İlk 1 km , en büyük cüsseyi dahi
içine alacak şekilde hazırlanmış standart bedenli yağmurluğumdan ayrılamıyorum.
İlk 2 km pace im @5.41. Başlarda hızlanmamak için insanüstü bir çaba gösteriyorum,
“çok iyiyim, çok iyiyim, daha iyisini yapabilirim” diye çığıran iç sesimse kulak
asmadan egomu sürekli kontrol altına almaya çalışıyorum. Gereğinden hızlı
gidersem 32.km den sonra durmaktan, yürümekten, tükenmekten korkuyorum. Yolum çok
uzun, amacım ilk 21km kendimi hiç zorlamadan yarışın tadını çıkarmak, Alessia'nın dediği gibi. Tabi ben ısınma temposunda da koşsam 21km nin sonunda yorgun
olacağımı biliyorum, bilemediğim ne kadar yorgun olacağım.
Bazen
yoldan, bazen deniz kenarından bazen parkın içinden geçiyoruz. Sürekli değişen
panorama beni oyalıyor. 6,5km de biri “8km oldu herhalde” diye tahmin yürütüyor.
Nasıl bir psikoloji ise bu, bana bile ait olmayan bir düşüncenin 1,5km gerisindeyiz
diye ”nasıl bitecek bu yarış” telaşı kaplıyor içimi. Bununla birlikte panik gelecek,
mesafe gözümde büyüyecek korkusuyla bu saçma sapan düşünceyi kafamdan uzaklaştırıp,
uzun mesafe yarışlarının %60ının zihinsel olduğunu kendime tekrar hatırlatıp,
yarışın tadını çıkarmak üzere kendime adım adım cılardan iki tane pace maker
belirliyorum. Ortalama 5.35le koşuyoruz. Yarı maratoncuların dönüş noktasında pace
makerlarım aniden ortadan yok oluyor, dahası ben yapayalnız kalıyorum. Önümde
bana en yakın insan 100mt ilerde, arkamda ise kimseyi göremiyorum. Yeni tavşan
arayışlarım bana vakit kaybettiriyor. Yalnız koşarken yorgunluğa değil de, odaklanmaya bağlı olarak hızımın düştüğünü fark edip kendimi sürekli dürtüyorum.
13.km de dizimde hafif bir ağrı başlıyor, çok erken ama beklenmedik değil.
Yarışlarda
kendimi fazla zorlamadığımdan, yorgunluk hisseder hissetmez tempomu
düşürdüğümden, antrenman tempom her zaman laktik asit eşiğimin altında
seyrettiğinden, intervallerinse kaslarda laktik asit biriktirecek kadar uzun
olmamasından dolayı hiçbir koşu sırasında acı hissetmedim. Maratona
hazırlanırken neye benzediğini bilmeden kendimi acıya da hazırlamıştım. “Pain
is inevitable, suffering is optional” Yorgunluğu 22.km den sonra, acıyı ise
30laran sonra bekliyorum.
Öger tur
yarış boyunca bizi çok iyi besliyor. 2. km de suyla karşılaşmak insanlara “yok artık!”
dedirtiyor. 8. km
de portakal dilimleri, 15kmde muz servisi cebimde ki jelleri kullandırtmıyor.
İlk jeli 22.km de ihtiyacım olduğuna inanmadan, sadece zamanı geldiğini
düşünerek, ihtiyacım olduğunu fark ettiğimde çok geç olabilir korkusuyla alıyorum,
tadını beğenmeyip hepsini tükürüyorum! Bilmediğiniz tatları yarış sırasında
değil antrenmanda deneyin dedikleri tam olarak bu. Ben bilmediğim tadın değil,
bilmediğim jel markasının kurbanı oluyorum. Saman tadında portakal aromalı jel,
sugar-free?!
Dönüş
noktasından sonra gücümün azalmış olacağını bu noktadan sonra aynı pace i
tutturmak için kendimi biraz zorlamam gerektiğini biliyorum. Beni önümüzde ki
10km boyunca @5.40larda koşturtacak bir pace maker arıyorum. Bu noktadan sonra sabit
tempoyla koşabilen yok gibi. Son 15km aynı insanları sürekli etrafımda görsem
de bir türlü senkronize olamıyoruz. Ya su istasyonlarında durup daha sonra burada
harcadıkları zamanı telafi etmek için çok hızlı koşuyorlar, ya da yokuşlarda
çok yavaşlayıp düzlükte benim başa çıkamayacağım kadar hızlanıyorlar. Bende
yokuş yukarı birini, düzlükte bir başkasını tavşan seçiyorum kendime. Olur da
tavşanların hepsini aynı anda gözden kaybedersem gözüm hep garminde, @6.10 ları
görünce duvar bu mu diye bir panik havası esiyor.
Antrenmanlarda
koştuğum en uzun mesafe 33km, bundan sonrası muamma. Umut bana duvarın
psikolojik olduğunu söylemişti. 30 anksiyetesini yenmek için kendime bir strateji
geliştiriyorum: 21km den sonra kaçıncı kilometrede olduğuma değil kaç km
kaldığına odaklanıyorum. 21-22 arası rüzgarı arkadan aldığımız tek yer. Burayı
mutlu ve ikinci yarıda yer almasına rağmen hızlı geçiyorum. 23.km ye yarısından
çoğu bitti diye başlıyorum. Benim için en zoru rüzgârı en fazla aldığımız
26-30km arası oluyor, burada zaman geçmek bilmiyor. 26. km de mehter takımının dibinden
dar açı dönüş yaparken zurnayı kulağımın dibinde öttürmeleri kendimi ayrıcalıklı
hissetmeme sebep oluyor. Bozcaada’da yarışı benim birkaç dakika önümde bitiren
kişiyi yine bu arada geçmiş olmak da beni ayrıca motive ediyor, çökmek
üzereyken tempomu arttırıyorum. Geri saymaya o kadar konsantre oluyorum ki 33. km yi geçtiğimi
anlamıyorum bile. Muhtemelen o sırada 10km den de az kaldığını düşünüyorum.
7km kala
ilk kez saate bakıyorum: 3.18 O zamana kadar hep @5.40-5.45 ortalamaya sadık kalmaya
çalışmıştım, bundan sonra ki her km de @6.00nın altında kalabilirsem 4 saatin
altında (3.59.48) bitirebileceğimi fark ediyorum. 22.km de tükürmek zorunda kaldığımı saymazsak ilk ve son kez burada jel tüketiyorum. Beni tek düşündüren finish e
1.5km kala 500mt lik yokuş. 30.km lerde yokuş çıkarken hızım @6.10lara kadar
düşmüştü. 41.km de @6.20leri görmem kuvvetle muhtemel. O zaman 5.41 ortalamayı
tutturmam için diğer 500mt de @5.00in altına düşmem gerekir ki şimdiden bu kadar
yorgunken 41.km de bunu yapabileceğime inanmıyorum. Moralimi bozmamak için 4.04.54
ün de benim için çok iyi bir derece olacağını düşünüyorum.
Son 4.5km de
su istasyonunda su veren çocuk suyu nedense bana değil de 2-3 metre arkamdan gelen
yabancı adama vermeyi tercih ediyor. Tam yanındayken eline vurup “versene şunu” deyince “aa
pardon” diyor ama şişe yere düşüyor. Keşke bırakıp gitseydim ama eğilip
alıyorum. Tekrar hızlanmak çok zamanımı alıyor. Bacaklarımda ki ağrıyı ilk kez o
zaman hissediyorum. Dailymile'dan tanığım, Nejdet Bey yetişiyor
imdadıma. 100mt benle koşuyor, nasıl olduğumu soruyor, 4 saatin altında bitirebileceğimi
söylüyor, beni tekrar eski hızıma ulaştırıyor ve ayrılıyor. İkinci darbe yine kendi
salaklığımdan kaynaklanıyor. 40km boyunca su şişelerini saça saça ilerlemişken 20mt
önümde ki adam kalan suyu yere atmak yerine kaldırım üzerinde ki betona koymayı
tercih ediveriyor. Etrafta o kadar çok insan var ki, o bu jesti yapmışken ben şişemi
fırlatıp atamıyorum. Yolun ortasından kaldırıma doğru koşup, şişem devrilmesin
diye durup, şişeyi yerleştirip tekrar koşmaya başlıyorum. Dinlenik durumda olan
biri için bu işlem birkaç saniye kaybettirir belki ama canı çıkmış olan bana
durma noktasından tekrar @5.40lara ulaşmak, ikinci kez bacağımın ne kadar
ağrıdığını fark ettirmesiyle beraber, çok daha fazla vakit kaybettiriyorL
Suçlu
aramanın zamanı değil: Run Forrest Run! Beni kasan yokuşu tırmandığımda geriye
kalan yolun yokuş aşağı olduğunu fark etmek günün bonusu, yalnız bir sorun var:
Garmine göre 200mt kalmış olmalı ama finish takı en az 500mt uzakta. Hesapta
olmayan bu 300mt saniyelerle olan savaşımı kaybetmeme sebep olacak. 4 saatin
altında kalmam artık mümkün değil. Hayatımın en yorucu ve en uzun 500mt sini
@4.50 ile koşuyorum ama ne fayda!
Bu maratona
hazırlanırken yalnız geçen uzun antrenmanlar beni canımdan bezdirmişti. Adam
gibi koşabilirsem bunun ilk ve son maratonum olacağını her fırsatta beyan
etmiştim. Ne var ki bir maratonun bu kadar kolay koşulduğunu bilseydim
hedeflerimi ona göre belirlerdim. Bacaklarımın ağrısı geçer geçmez 4 saatin
altı için antrenmanlara başlıyorum.