24 Şubat 2012 Cuma

Tarihin İlk Ultra Maraton Koşucusu: Ur’lu Shulgi (M.Ö.2094-2047)


Maratonun tarihçesi, M.Ö. 490 yılındaki Perslerle Atinalılar arasındaki savaş sonrası efsaneye kadar uzanır. Efsaneye göre savaş sonrası Philippides adlı bir asker Attika’da ki Maratondan Atina’ya kadar koşar ve “Sevinin kazandık” dedikten sonra Atina’nın pazaryerinde ölür. İlk maraton koşusu 1896'da, Atina'da yapılan Olimpiyat Oyunları'nda, bu efsanevi koşucu­nun anısına düzenlenir. 
  
Triatlon ise ilk kez 1902 yılında Fransa’ da koşu-bisiklet ve kanodan oluşan 3 ayrı spor disiplininin birleştirilmesi ile ortaya çıkar. 1904 yılında triatlon adı uzun atlama, gülle atma ve 91,5m (100yrd) koşudan oluşan bir disiplinin ifadesi olarak ilk kez yaz olimpiyatlarında kullanılır. 1920li yıllarda yüzme, bisiklet, koşu disiplinlerinden oluşan son halini alır.

Peki ya ultra maratonun tarihi ne kadar geriye gider? İlk uzun mesafe koşusu şampiyonu Ur’lu Shulgi’dir diyor Samuel Noah Kramer “Tarih Sümer’de Başlar”* adlı eserinde. “Sümer ve Akad’ın en ünlü krallarından biri, üçüncü Ur Hanedanlığı’nın kurucusu Ur-Nammu’nun oğlu, yaklaşık yarım yüzyıl hüküm sürmüş olan Shulgi’dir. Gerçektende Shulgi’nin bütün kadim dünyanın en seçkin ve etkin hükümdarlarından biri olduğunu söylemek abartı değildir; olağanüstü bir askeri lider, titiz bir yönetici, yorulmak bilmez bir tapınak kurucusu ve kültür hamisi olarak ün salmıştır.”

Yaşına hürmetim sonsuz, ancak demeden edemeyeceğim, bizim gibi az çatlak. Zira savaş döneminde haber taşıma görevini yerine getirme amacıyla 40km koşan ulakların tersine Shulgi görev ya da mecburiyet için değil şampiyon koşucu olarak ad ve ün kazanma isteğiyle tamamen keyfi koşuyor. (Hoş, biz ünlü olma beklentimiz bile yokken koşuyoruz!)

Adım uzak günlere erişsin, (insanların) ağzından düşmesin diye,
Ünüm ülkenin her yanına yayılsın diye,
Bütün ülkelerde övüleyim diye,
Ben, koşucu, gücümü topladım, yola koyuldum,
Nippur’dan Ur’a,
Yolu bir çift saatlik (mesafe) gibi aşmaya karar verdim,
Yorulmak bilmez bir aslan gibi şahlandım,
Belime bir kuşak(?) sardım,
Yılandan kaçan telaşlı bir güvercin gibi açtım kollarımı,
Gözlerini dağa dikmiş bir anzu-kuşu gibi açtım dizlerimi.

Sümer rönesansı olarak bilinen dönede Nippur Irak’ın güney doğusunda bulunan Afak kenti, Ur ise yine Irak’ın güneyinde bulunan Tell el-Muqejjir şehrinin yerine kuruluydu. Sümerlilerde “çift saat” lik mesafe 10km ye denk düşüyor. Shulgi şiirinde Nippurdan Ur’a onbeş “çift saatlik” (mesafeyi- yaklaşık 150km, yalnızca bir “çift saatlik” miş gibi aldığını söyler. Kalabalığın alkışları arasında Ur’a varınca, müzik ve şarkılar eşliğinde Sin’in ünlü tapınağı Ekişnugal’e pek çok kurban sunar.

Ülkeye yerleştirdiği kentler(in sakinleri) etrafımı sardılar,
Karakafalı halkım, koyunlar kadar çok, şaşakaldılar bana.
Sığınağına gitmek için acele eden dağlı bir çocuk gibi,
Utu geniş ışığını insanların evlerinin üstüne saçtığı zaman,
Ekişnugal’e girdim,
Sin’in evini, koca ahırı bollukla doldurdum,
Öküzleri boğazladım orada, koyunları çoğalttım,
Davullar tefler çınlattı ortalığı,
Tatlı, tigi-müziği çalındı orada.

Sarayında dinlenip, yıkanıp, yemeğini yedikten sonra şiddetli dolu yağmasına karşın Nippur’a geri döner ve böylece eşeş bayramını aynı gün hem Nippur’da hem de Ur da kutlayabilir:

Ben Shulgi, her şeyin çoğaltıcısı, ekmek-sunusunu götürdüm oraya,
Bir aslan gibi tahtımdan korku salarak,
Ninegal’in yüce sarayında,
Dizlerimi ovaladım, tatlı suda yıkadım,
Oturdum, ekmek yedim,
Bir baykuş (ve) bir şahin gibi atıldım,
Zaferle Nippur’a döndüm.

O gün fırtına uludu, rüzgârlar girdap gibi döndü,
Kuzey Rüzgârı, Güney Rüzgârı şiddetle kükredi,
Yedi rüzgârın yanında gökte şimşekler çaktı,
Kulakları sağır eden fırtına toprağı titretti,
Göğün bir ucundan diğerine gürledi İşkur,
Yukarıdaki yağmur aşağıdaki suyla kucaklaştı,
Onun (fırtınanın) küçük taşları, büyük taşları
Sırtımı kamçıladı.

(Ama) ben, kral, korkmadan, yılmadan,
Genç bir aslan gibi fırladım,
Bozkırdaki eşek gibi ileri atıldım,
Yüreğim sevinçle dolu bütün yolu koştum,
Tek başına giden sıpa gibi yarıştım,
Utu (gibi) yüzümü eve çevirip,
Onbeş “çift saatlik” yolculuğu tamamladım.
Yardımcılarım (hayretle) bana baktılar,
Eşeş bayramlarını (hem) Ur’da (hem de Nippur’da) aynı gün kutlarken ben

Nippur’da kutsal eşi doğurgan tanrıça İnanna ile birlikte güneş tanrısı Utu’yla ziyafete oturur.

Kardeşim ve dostum, yiğit Utu ile,
An’ın kurduğu sarayda bira içtim,
Ozanlarım benim için yedi tigi ilahisi söyledi,
Karım bakire İnanna, kraliçe, gök ve yerin bereketi,
Onun (sarayın) ziyafetinde yanına oturttu beni,
Kendi kendime (şöyle diyerek) gururlandım:

“Her nereye kaldırırsam gözümü, benimle oraya geleceksin,
Her nereye götürürse yüreğim beni, orada hoş karşılanacaksın”


*Kramer S. N. 2002,Tarih Sümer’de Başlar, Ur’lu Shulgi: İlk Uzun Mesafe Koşusu Şampiyonu, s.340-345, 

4 Şubat 2012 Cumartesi

Aceminin Maraton Hazirligi


2012 Runtalya maratonu son 6 ay içinde katılmayı planladığım ikinci maraton. Kasım 2011 de ki Atina maratonu düşümden bacağımda ki ağrılar yüzünden yarışa 1 ay kala vazgeçiyorum.  Ekim ayında koşudan uzak kalmak ağrılarımı tamamen geçiriyor. Uzun koşulardan sonra 24 saatten fazla sürmeyen hafif kasılmaları ve ağır aksak yürümeme sebep olan sızlamaları saymazsak şimdilik bir sakatlık söz konusu değil.

Sakatlık sırasında antrenman yaparken, sağlamken sırf canim istemediği için atladığım antrenmanlara çok hayıflanmıştım. Runtalya maratonuna hazırlanırken çok temkinli gidiyorum. Sakatlığın tekrar ortaya çıkmaması için haftada sadece 3 koşu veren First un “run less, run faster” programını uygulamaya karar veriyorum. Koşu programı haftada bir gün interval, bir gün tempo çalışması üçüncü gün ise uzun koşu veriyor. Aralarda ki günde recovery amaçlı kısa, düşük tempolu koşular yapmak size kalmış. Ben, yarışa 1 ay kala yine bir sakatlık riskiyle karşılaşmamak için boş günleri koşu yerine bisiklet ve yüzme ile destekliyorum.

Yarışlara katılmaya başlayalı 1,5 yıl olmuşken hala hızlı bir koşucu değilim. Interval ve tempo antrenmanlarında elimden geleni yapsam da amacım tempoyu arttırmak yerine tükenmeden ve sakatlamamdan 42 km yi bitirebilmek.

Buna göre en gerçekçisinden başlayarak yarış öncesi kendime maraton hedefleri koyuyorum.
1.       Hiç yürümeden maratonu tamamlamak
2.       4.11.00 de bitirebilmek (@ 6.00nin çok az altında)
3.       First programının 5k yarış hızıma bakarak öngördüğü surede (4.04.54) bitirebilmek (@ 5.48)
4.       4 saatin bir kac saniye de olsa altında biterse ne ala (@5.41 ki antrenmanlara bakarak bu imkansız görünüyor)

İlk iki 30km denemem sakatlığıma denk gelmişti. Bu yüzden bol ağrılı ilk iki koşum gerçek performansım hakkında bir bilgi vermiyor bana. Mart ayında ki yarış için hazırlanmaya Kasım başında başlıyorum.  4. Hafta ilk 32k antrenmanını veriyor. Yalnız koşuyorum, daha 10ları yeni geçmişken 30u tamamlamak gözümde büyüyor, 23km lerden sonra neden koşuğuma bir anlam veremiyorum, 8km de bir verdiğim su molalarından sonra tekrar koşuya başlamak giderek zorlaşıyor, her moladan sonra ağrılar daha da belirginleşiyor, yoruluyorum, çok da sıkılıyorum. Sabah koşusu için bostanlı sahiline doluşanlar öğle yemeği için evlerine gidiyorlar, ben hala koşuyorum.

Bir hafta sonra ki 29k antrenmanında 3 kişi olacağız. Bir gün önce Handan ‘yağmur yağması benim için sorun değil’ diye mesaj atıyor. Benim için de sorun olmaz diyorum. Sanki geçmişim yağmur altında yapılan antrenmanlarla doluymuş gibi. Yalnız olmayacağım ve 3km az koşacağım için bu koşu öncekinden daha kolay olur sanıyorum. Olmuyor, yarıladık sanırken daha 8. km de olduğumuzu fark ediyorum.  Gecen haftadan kalma öksürme hali beni çok zorluyor. Öksürüğün şiddeti midemi bulandırıyor. yine de koşamıyor olmamın sebebinin göğsümdeki hırıltı değil de performans düşüklüğü olduğunu biliyorum.  Çok kalın giyinmişim, terliyorum, yanımda su yok, Handan'ın suyunu kullanıyorum ama yetmiyor. Bir kez daha bu is için yaratılmadığımı düşünüyorum. 18.km de rüzgâra karsı koşarken bırakıyorum. 35C sıcaklıkta koşup terlemeden eve varabilme yeteneğine sahipken üzerimde ki kıyafetlerde tek bir kuru bölge yok. Termal içlik, polar sweatshirt ve yağmurluğumla 16Cde koşmaya değil de kutuplarda keşfe çıkıyor gibiyim.

iki hafta sonra ikinci 32k antrenmanıma başlayalı 1 km olmuşken biri geliyor koşarak yanıma. Koşu sohbeti bellidir, yanına geldiğin kişiye ne kadar koşacağını ya da nereye kadar gideceğini, nerden döneceğini sorarsın. O bu gereksiz sohbeti atlıyor:
—merhaba
—merhaba
—tuzlaya var mısın?
—hı?

Sasalı'ya beraber koşarken dailymile dan tanıştığımızı fark ediyoruz. 1 km fazla koşmam için motive ediyor beni  Ferda. Bu en rahat yaptığım uzun mesafe oluyor.

Artık uzun koşuların her şeyden önce zihinsel olduğunu biliyorum. Uzun mesafe tecrübem arttıkça her biri bir öncekinden daha kolay olacak sanırken, koşuyu tamamlayabilecek miyim diye başladığım her koşu zor bitiyor. Halbuki şu ana kadar yaptığım antrenmanlardan 30k ve üzerinin her şekilde çıkacağını zaten biliyorum. Bundan sonra tek yapmam gereken sürenin uzunluğuna, yorgunluğa ve acıya kendimi hazırlamak, doğru kıyafeti ve doğru gıdayı seçebilmek.

Nasıl giyinmem ve koşu öncesi ne yemem gerektiğini öğrenmek için bana 4 adet 30 ve üzeri km gerekiyormuş. Artık koşuya sırf adı kış diye sarıp sarmalanıp çıkmıyorum. 6C ye kadar t-shirt ve rüzgârlık yetiyor, daha soğuklar için t-shirt yerine ince bir termal giyiyorum, hava rüzgârlı ise boyunluk ve eldiven de alıyorum. Dışarıda koşma deneyimleri arttıkça bu katların daha da azalacağını umuyorum çünkü İngiltere deneyimlerim bana 3C de bile şortlu koşulabileceğini gösterdi.

Peki ne yiyorum? Koşuya aç başlarsam 2. saatin sonuna geldiğimde acıkıyorum, jeller enerji veriyor mu bilmiyorum ama doygunluk hissi yaratmıyor. Koşu sonuna kadar hep aç olduğumu düşünmek, koşuyu tamamlamaktan ziyade eve gidip yemek yeme isteği uyandırıyor bende. Zihinsel savaşa böylelikle yenik düşmüş oluyorum. Kahvaltıda makarnaya henüz alışamadım. Özellikle akşam yemeden yatmışsam bir dilim reçelli ekmek bana yetmiyor, daha koşuya başlamadan acıkmış oluyorum. Bir dilimden fazla yiyecek olursam tatlı, koşu sırasında midemi bulandırıyor. Şimdilik az peynirli küçük bir tostu tercih ediyorum ama peynir tuzluysa koşarken çok sık susamama neden oluyor. Kuru kayısı, kuru incir, kuru üzüm, fındık vb gıdalar da koşu öncesi çok tercih edilir olmasına rağmen beni psikolojik olarak doyurmaya yetmiyor. Bu tür şeylerden bir avuç alıp koşuya çıktığım zaman beynim sürekli yemek ne zaman gelecek diye soruyor. Ben bunların ana yemek olduğuna ve işe yarayacağına beynimi ikna edinceye kadar bir süre daha sabahları az peynirli tost yenecek gibi görünüyor.

Şimdilik uzun koşular için neye ihtiyacım olduğunu biliyorum: mümkünse bir koşu arkadaşı, mümkün değilse mutlaka müzik, çok dolu olmayan bir mide, üşümemeye yetecek kadar hafif kıyafetler, koşuyu tamamlayacağına inanan bir beyin.

Koşu programları özellikle ilk kez maraton koşacaklar için en uzun antrenman mesafesini 32km ile sınırlıyor. Yeterince 32km tecrübesine ulaşan sporcunun 42 km yi yarış zamanı rahatlıkla tamamlayabileceği, hatta koyduğu hedefe bile ulaşabileceği varsayılıyor. Bu aşamada beni tek düşündüren su içmek için antrenman boyunca 3 ya da 4 kere duruyor olmam. Bu sırada vücut 20-30sn de olsa dinleniyor ve ben bu dinlenmelere vücudumu alıştırmış olmaktan korkuyorum. Ya yarış sırasında her saat başı vücudum "beni dinlendir" diye bağrınırsa? Bu maraton hiç durmadan bitebilecek mi?