Katılım eksikliğinden tur iptal olur düşüncesi ile son ana kadar bu turun gerçekleşeceğine inanmıyorum. Pazar akşamı Bayram arayınca tur iptal mi oldu diye açıyorum telefonu. Yok, tur iptal olmamış, Bayram bisikleti bakıma veriyor, bisikletçi akşam gel evimden al diyor. Akşam maçı kaybedince Bayram bisikleti unutup kendini içmeye veriyor. Bayramın birinci günü bisikleti almaya giden Bayram sadece evde değil apartmanda bile kimseleri bulamıyor, bu apartman terk edilmiş diye beni arıyor. “Üzülme, buluruz birinden bisiklet” diyorum ama bulabileceğimi sandığım kişinin bayram sebebiyle Almanya’da olduğunu öğreniyorum. Bayram uzun çabalar sonucunda bisikletçinin 15 dakika önce komşuda bayram ziyaretinde olduğunu öğreniyor. “Not bırakacağım kapıya” diyor “Aman kontörü falan yoktur adamın arayamaz, kıvrıl yat paspasın üzerinde, nasıl olsa gelecektir evine” diyorum. Birkaç saat sonra mesaj atıyor, almış bisikletini.
Pazartesi sabah Karşıyaka iskelesinde 11 kişiyiz, Yusuf Bey ve oğlu Abdullah’ı Bayraklı'dan almak üzere saat 7.05de yola çıkıyoruz. Gülsün Hanım ve eşi İsmail Bey ertesi gün arabayla gelecekler Gölcük’e.
Yusuf Bey yol boyunca enerjimizi idareli kullandırtıyor. Rüzgârı arkadan almamıza rağmen düşük tempoyla Gaziemir’de kahvaltı, Tire'de köfte, benzincide enerji takviyesi ve her fırsatta çay molası ile 17.00 gibi Ödemiş’e varıyoruz. 135km nin ardından hepimiz yorgunuz. Otel de, odalar da, su da sıcak. Aşağıda bisikletleri koyacak yer yok, odalara çıkarmamıza izin veriyorlar. Yemek için buluştuğumuzda bisiklet turuna bagajında çizgili pijaması ve kot pantolonu ile gelen tek kişinin ben olduğumu fark ediyorum.
Ertesi gün açılışı, bisikleti indirirken merdivenlerden yuvarlanarak yapıyorum. Acıyla birlikte içim çekiliyor. Ben bunu kolumu kırdığımda da yaşamıştım. Bir süre kıpırdayamıyorum yerimden, biraz kendime gelince kırık ya da çatlak var mı diye yokluyorum ayağımı, oynatmaya çalışıyorum. Uzunca bir süre yerimden kalkamayınca Bayramı arıyorum, kalan 3 katı o indiriyor. Yola çıkmak üzereyken Günay abiye haber veriyorum düştüğümü. Eğer rampalarda zorlanırsam geri dönüp Gülsün hanımları bekleyeceğim diyorum ama hiç de arabayla gidesim yok Bozdağ’a.

Bisikletin üzerinde, ayakta durmaya çalıştığımdan daha rahat olduğumu fark edince seviniyorum. Bizi nasıl bir yolun beklediğini kimse bilmiyor. İlk 10km o kadar kolay geçiyor ki görüp göreceğimizin bundan ibaret olduğunu düşünecek kadar rehavete kapılıyorum. Meğer rampa sandığım şey dümdüz yolmuş. Birgi’deki moladan sonra Kağan, Abdullah, Bayram ve Murat önde başlıyor. Başıma gelecekleri az çok anlamış olduğumdan büyük aynayı 1e alıyorum. Şişmiş ayak bileğim yüzünden ayakta pedal basma şansım yok. Kısa bir süre sonra Selim geçiyor beni, az önümde Muratla birlikte pedal basmaya başlıyorlar. Birkaç kilometre sonra ikisini yol kenarında su içerken görüyorum. Hemen arkamdan devam ediyorlar yola. Murat öne geçiyor, Selim benle kalıyor. Zaman zaman Murat’ı mola vermiş ya da bisikleti eline almış görüyoruz. Yaklaşık 1 saat hiç durmadan pedal bastıktan sonra Selim sesleniyor duralım mı diye. Şeker yiyoruz, Selim’e çikolata veriyorum yollarımız ayrılırsa yanında dursun diye. Buradan sonra 10km miz var, yola yalnız devam ediyorum.
Selimle verdiğim molada planladığım gibi 5km ara vermeden yola devam edemiyorum. Molalar sıklaşıyor. Murat hemen önümde, dik rampalarda bisikleti eline alıyor. Ultra maraton taktiğidir bu, dik rampalarda koşmak yerine hızlı yürümek tercih edilir. Beni zorlayan rampaların birinde ben de yürümeyi denemek istiyorum ama bisikletten inince artık ayağımın üzerinde duramadığımı fark ediyorum. Çatlak olup olmadığından emin olamadığım bileğime yüklenmektense quadlara yüklenme kararı alıyorum. Yol boyunca birkaç kez eğim azalıyor, hızım 16km/sa leri buluyor, yokuş aşağı iniyormuş kadar seviniyorum. Hiç bitmese, Gölcük'e kadar bu eğim devam etse hayalleri kurarken hepsinden daha dik yeni bir rampa çıkıyor karşıma.
Jandarma tabelasına Bozdağ 4km yazmışlar elle. Benim tahminim 5km olduğundan sanki Bozdağ 100mt ötemdeymiş gibi seviniyorum. Mutluluk gözlerimi kör etmiş olmalı ki tabelanın yanı başında ki koca çeşmeyi de görmüyorum. Hem suyum hem enerjim bitiyor. Beni daha çok susatır korkusuyla şeker ya da çikolata da yiyemiyorum. 1 km sonra mavi tabela görüyorum. 3km mi yazar 4km mi yazar diye tahmin yürütmeye çalışırken tabelada Bozdağ 8km yazısını okuyunca bisikleti oracığa bırakıp Ödemiş’e kadar gerisin geriye yuvarlanansım geliyor.
Murat tabelanın başında mola vermiş, “Kağanlar çok uzakta değiller, az önümüzdeler” diye bana moral vermeye çalışıyor. 8km hezimetini atlatamamış biri olarak “onların nerde olduğunun hiç önemi yok, önemli olan benim nerde olduğum” diye söyleniyorum ağlamaklı. Ben Bozdağ’a 3 değil de 8km uzaktayken onların varmış olması ya da 100mt önümde olmasının bana ne faydası var ki?! Çok üzgün, çok yorgun ve çok sinirliyim, bir tarafım hala tabelaya inanmıyor. Murat’ı orda bırakıp yola devam ediyorum Yeterince yorulmuş olduğumdan mı, suyumun olmamasından mı, yoksa kalan yolun hesapladığımdan 5km daha fazla olduğunu öğrenmiş olmamdan mı bilmiyorum, bu başlangıç hepsinden de zor geliyor.
Yola başladığımızın ilk kilometrelerinde Savaşı bisikleti elinde yürür gördüğümden beri hep bir araca binmiş yanımdan geçeceğini hayal ediyordum. Araç yanımda dururda seni de alalım derlerse gururlu gururlu “yok ben devam edeceğim” diyecektim. Vereceğim cevaptan artık emin değilim. Tekrar yola koyulalı 200mt olmadı, rampa giderek dikleşiyor, pes etmemek için 1km boyunca ne olursa olsun hiç durmayacağım diyorum kızgın kızgın. Hala tabelaya kızgınım. Tam 1km sonra durup bisikletten inerken arkada Gülsün Hanım'la İsmail Beyi görüyorum. Gülsün Hanım sırtımdan çantamı alıp arabaya koyuyor, İsmail Bey 1km sonra jandarma göreceksin, oradan içeri döneceksin, sonra hep yokuş aşağı diyor. Bu zamanlama daha iyi olabilir, o son 1 km daha coşkulu pedal basılabilir miydi?
14.00de Gölcük’e vardığımızda bizi yeni bir sürpriz bekliyor. Pansiyon sahibi kaloriferleri yakmak için bizi bekliyormuş! Pansiyon buz gibi, sıcak su yok. 15.30a kadar geride kalanları bekledikten sonra odaya çıkıyoruz. Üzerimde ki ıslak kıyafetleri çıkarıp sıcak su gelinceye kadar battaniyenin altına giriyorum. Oda arkadaşım erkek arkadaşı onu beklemeden basıp gittiği için çok öfkeli. Erkek arkadaşı ara ara odaya gelip gönlünü almaya çalışsa da nafile, “ben onun burnundan fitil fitil getirmez miyim” diyor. Getiriyor da! J Bayram sebebiyle tek lokantanın saat 18.00de kapanacağını öğrenince yataktan fırlıyorum. Ödemişte konakladığımız Helvacılar otelin cennet olduğunu düşünerek sicim gibi akan ılık suyla yıkanıyorum, ya da ıslanıyorum. Sahip olduğum her şeyi üst üste giyip aşağı iniyorum.
"Pilav bitti sadece fasulye var" diyor restoran sahibi. 30km kesintisiz rampa çıkmışım, 9da ki kahvaltıdan bu yana 3-5 şeker dışında bana enerji verecek hiç bir şey yememişim, fasulye beni doyurur mu? Bak sen tencerenin dibine, sıyır iyice, dibi tutmuşsa da olur, ne varsa getir diyorum. Getiriyor ama buz gibi. Ne ısıt demeye ne de beklemeye mecalim var.
Akşam bize kestirme bir yol öneriyorlar. 13km kısaltacağız yolu. En son yolu kısaltma çabamız Dikili’ye planladığımızdan yarım saat geç varmamıza sebep olmuş üstüne ben çakıllı kumda kayıp dirseğimi parçalamıştım. Yine de Bozdağ’a çıkmamıza gerek kalmadan aradan bir yerlerden Turgutlu yoluna çıkıyoruz. Kahvede oturmuş gelenleri beklerken Savaşı Gülsün Hanım’ın arabasında görüyoruz. Aniden önüne köpek çıkınca her ne yaptıysa arka aktarıcı kırılmış.
Yolun geri kalanında mart ayında katılacağım maratonu düşünüyorum. 13 Kasımda atadan anaya saygı koşusuna katılacak, 14 Kasımda maraton antrenmanına başlayacaktım. Ayak bileğimin ayva kadar şişmesi ile maraton hayalim ikinci kez suya mı düşüyor?