26 Eylül 2011 Pazartesi

Atina Klasik Maratonuna Veda ve Yeniden Bisiklet Turu

Umut, Atina maratonuna birilikte katılacağım arkadaşım, dailymile ’dan. Üç hafta önce birlikte yaptığımız 30k koşusu ile 4 aydır beni terk etmeyen kronik ağrı tüm bacağıma yayılıyor. O ağrı, kramp ve kasılmalar koşu boyunca nasıl tavan yapıp acı eşiğimi yükselttiyse 30k nın ardından tüm ağrı ve acıya rağmen ben yine pistlerdeydim. Uzun koşuları riske atmamak için hafta içi antrenmanlarını 10-12km ile sınırlamaya karar veriyorum. Bu, ağrılarımı biraz azaltıyor ama bir sonra ki hafta 33k olması gereken antrenman Umut’suz çıkmıyor. 30k da kalıyorum ve kim bilir kaçıncı kez maratonu koşamayacağımı düşünüyorum. Vazgeçtiğimi Umut’a nasıl söyleyeceğim?

3 gün sonra Umut arıyor beni, bacağımı ve antrenmanlarımı soruyor. “Değişiklik yok, bacağım ağrıyor, 30un üzeri çıkmıyor” diyorum. “Vazgeç” diyor, rahatlıyorum.

Antrenman programını haftalık 45km, uzun mesafeyi 20k nın üzerine çıkmayacak şekilde değiştiriyor ve ilk fırsatta 1 aydır uzak kaldığım bisiklet turuna katılıyorum.

17 kişiyiz ama, bir gün önce telefon edip tur programını öğrendiğim Bayram, sabah Konak a vapurla birlikte geçtiğimiz Gülsüm Hanım ve İsmail Bey, orda bizi bekleyen Günay Abi ve Yusuf Bey dışında kimseyi tanımıyorum. Turumuz sağlam bir düşme öyküsüyle başlıyor. Otobanın yanında ki servis yoluna çıktığımızda hemen önümde “serbeeest” diye bağıran Hakan’ın sesini duyuyorum. Bu yolda araç trafiği yok denecek kadar az, trafik lambası ya da kavşak yok, Güzelbahçe yoluna bağlanıncaya kadar tur liderini izleme zorunluluğu da yok. Mola yerine kadar 5-6kmlik yolda, ortalama hız 30-35kmleri buluyor. Bu “serbest”, o serbest! Sesi duyar duymaz ben de pedallara yüklenmeye başlıyorum ama daha birkaç saniye geçmeden yan yana giden Hakan ve Deniz önümde çarpışıyor, Deniz diğer bisikletten kaçmak için önce gidonu kırıyor sonra ön freni sıkıyor, bisikletle birlikte şaha kalkıp yüzü üzerine asfalta yapışıyor. Bisiklet üzerinden takla atıyor. Düşüş esnasında bisikletle o kadar uyum içindeki, o manzarayı görenler kilitli pedal var sanıyor. Hasar büyük, çenesinde, elmacık kemiği üzerinde ve omzunda geniş bir kızarıklık var. Zaman ilerledikçe bu kızarıklıklar mora dönüşecek dönüşecek, bacağında ki morluğu keşfedecek ve Bademlere vardığımızda sol gözü kapanmaya başlayacak.

Kilitli pedala geçmeye çalıştığım sırada kolumu kırınca cesaretim de kırılmıştı. Bu kaza ile gördüm ki kaderden kaçılmıyor, kilitli pedal ne kazanın sebebini teşkil ediyor ne de boyutunu değiştiriyor. Kilitli ya da kilitsiz, düşmekten korkuyorsan bisiklete binmeyeceksin.

Güzelbahçe’de ki kahvaltıdan sonra yola çıkarken Bayram çağırıyor beni yanına, “enerji ister misin”. “ne?” diyorum. Enerji veriyor arkadaş diyor, inanmayınca demo yapılıyor üzerimde. Ağzıyla bir şeyler mırıldanıyor, eliyle fıs fıs yapıyor, 1 saatlik enerji verdim diyor. Nasıl ya? Yüzümde ki yayık gülümsemeyi görünce inanmadığımı düşünüyor belki, bunun hastalar üzerinde de etkili olduğunu anlatıyor, her çeşit ağrı hastalık gideriliyormuş. Hemen atlıyorum “benim de bacağım” diye. Uğraşıyor, “aaa çok yoğun bu diyor, daha fazla enerji vermem gerek”. “uyuşma var mı?” diye soruyor, “yok”. Verdiği enerji kişiye fazla gelince uyuşma olurmuşJ

17 kişi enerjileri yüklenmiş bir şekilde ilerlerken Seferihisar rampalarında hep beraber dökülüyoruz. Bademler köyüne gelmeden çıktığımız son yokuşun tepesinde arkada kalanları beklerken enerji sahibini bisikleti elinde yürürken görüyoruz. Mum dibine ışık vermez dedikleri bu mu????

Bademlerde kahvede otururken enerji sahibi bir akşam rüyasında İsa ve Meryem’i gördüğünü ve 1 yıllık bir süre içinde yavaş yavaş böyle bir enerjiyle donatıldığını anlatıyor. O anlatırken okunup üflenmiş(!) bacağım daha da şiddetli ağrımaya başlıyor.

Dönerken, kolumu kırmış olmam sebebiyle pek bir uğursuz olduğuna inandığım bahçeler arasından geçiyoruz. Aynı noktada hep aynı köpekler havlar bize, ama alışığız, bize yaklaşmazlar, uzaktan, hatta evin içinden bile çıkmadan havlarlar. O gün biri dışarıda. Bu köpeklerden çektiğimi ağrıyan bacağımdan bile çekmedim ben! Belgesel kanallarından ve koşu antrenmanlarımdan edindiğim engin bilgi ve tecrübe ile hayvanların her zaman sürünün en arkasında kini av olarak seçtiğini iyi bilirim. Ve ben, önden giden 6 kişilik grubun en gerisindeyim.

10 metre ötemde ki keskin dönüşe aldırmadan hızlanıyorum zira köpeğin tamamı kafam kadar olmasa da bende yarattığı panik diz boyu. Önce çukurlara girip çıkıyorum, ardından çakılların ortasına dalıyorum, bisikletin arkası spin atarken ben 90 derecelik dönüşü bile almayı başarıyorum ama sol taraftan gelen ve fren yapmak yerine “aman dikkat” diye bağıran Hakan’dan kurtulamıyorum. Daha gidonu düzeltemeden bisikletiyle benim bisikletimin orta yerine dalıyor. Bisiklet savruluyor, bari düşüşüm hafif olsun diye frene yükleniyorum, bisiklet olduğu yerde duruyor, ben durmuyorum, hale hazırda sahip olduğum ivme, bisikletten kurtulup, birkaç adım koşup, bahçe duvarına çarpmadan durmama yetiyor. Köpek saldırısından bacağımda ki az sayıda morluk ve şişlikle kurtulurken Hakan’ın bundan sonra ki kurbanı kim olacak diye düşünmekten kendimi alamıyorum.

Feribot iskelesine 2 km kala arkayı toplamak için duruyor Yusuf Bey. Gelen herkes bisikleti bırakıp kendini kaldırım üzerinde ki çimlere atıyor. Enerji sahibi sırtını ağaca vermiş oturduğu yerden çimlere fısıldıyor, etrafındakilere “çimlere enerji yükledim koparın bir çim” diyor. Günay abi feribota yetişmemiz gerektiğini söyleyerek grubu toplarken enerji yükleyiciye dönüyor: “bak kardeşim” diyor, “ben yıllardır bu işi yapıyorum bizim böyle bir yerde molamız yok, burada hiç durmuşluğumuz yok. Sen enerji yükledikçe bu insanlar yerlere serildi, bak kimse yerinden kalkamıyor!” Sonunda içimizden biri “kral çıplak” dediJ