23 Ağustos 2011 Salı

23K + Kozbeyli Bisiklet Turu

3 aydır uzun koşuları Cumartesiye denk getirip spor salonunda koşmak adetim oldu. Bu hafta içi dizim çok ağrıyınca kısa koşuyu bir gün kaydırdım. Uzun mesafe bu durumda Cumartesiden Pazara gelmiş oldu. Hava dışarıda koşmak için hala çok sıcak; koşacaksam çok erken kalkmalı 9 a kadar bu koşuyu bitirmeliyim. Günün geri kalanında ne yapacağımı düşünürken elimi çabuk tutabilirsem sabah 9 da ki bisiklet turuna yetişebileceğime karar veriyorum.

Ne var ki planı aksatmaya, sabah 6da çalan alarmı, havanın henüz karanlık olması bahanesiyle, 10 dakika ertelemek suretiyle başlıyorum. Çeşmede ki koşu deneyimlerim bana sokak köpeklerinin, ne kadar uysal olurlarsa olsunlar, gün doğmadan ya da insanlar şehre dökülmeden önce fazlasıyla saldırgan olduklarını öğretti. Yarışa iki ay kala bir tarafımı ısıttırmaya niyetim yok.

Bacağımdaki geçmek bilmeyen, hatta her uzun koşuda bir yenisi eklenen ağrılar yüzünden uzun koşulardan soğudum. Ayaklarım geri geri gidiyor, sabahları koşu için kalkamaz oldum. Doktor gün aşırı koşmamı salık verdi. Her koşu sonrası beni yürürken bile epey zorlayan ağrılar ertesi gün biraz azalıyor ama hiç bir zaman geçmiyor. Koşacağım gün tahammül edilebilir bir düzeye gelmediyse haftada en az 3 gün koşmuş olacak şekilde o günkü koşuyu bir sonraki güne erteliyorum. Sekmeden koştuğum bir gün bile yok. Hal böyleyken First'ün, bir gün tempo, bir gün speedwork, bir gün long run programını uygulamaya koyamıyorum. Prosedüre uygun şekilde her hafta mesafeyi %10 arttırıyorum. Bu şekilde yarıştan 1 ay önce ilk 32km mi koşmuş olacağım. Hem tempoyu hem mesafeyi arttıramadığım için tempom hep düşük.

Özellikle uzun koşularda kendimi zorlamadan koşmak bir gün sonra ki bacak ağrımı en aza indirmiş olmanın garantisi. Bu düşüncenin beni sürüklediği rehavet, Pazar sabahı Bostanlı sahilinin en yavaş koşucusu olmama sebep oluyor. 6.35de başlıyorum koşuya. 8km lik bostanlı sahilinde 3tur atacağım. İkinci tur bittiğinde rüzgar çıkıyor, güneş yakmaya başlıyor, sahilde benden başka kimse kalmıyor. Son turu bitirirken Ege Pedal'dan bir grubu Barınak Kafe'nin önünde Karşıyaka’dan gelen grubu bekler görünce yetişemeyeceğimi düşünüp endişeye kapılıyorum ama çok yorgunum, hızlanamıyorum.

Saat 9:05de -planladığım saatten 15 dakika geç- evdeyim. Duş alıp, Bozo’yla grubun güzergahı hakkında konuşup, giyinip, yine Bozo’yla konuşup, suyu doldurup, saçlarımı taramadan aceleyle ıslak ıslak toplayıp, yine Bozo'yla konuşup, kaskımı, eldivenlerimi ve bandanamı unutup 9:15de evden fırlıyorum. Eve dönüyorum, kaskım, eldivenlerim, bandanam, bisikletim ve ben 9:18de tekrar asansöre doluşuyoruz.

Grup Çiğli'de mola veriyor, onlar kalkmadan yakalamak niyetindeyim. Çok hızlı olmalıyım: bir; grubu yakalamalıyım, iki; bacaklarım koşunun bittiğinin farkına varmamalı. 23km den sonra bu tempoya uyum sağladıklarına göre onlar beni hala koşuyor sanıyor. Çiğlide kahvenin önünde 90 derecelik bir dönüş var. Hızlı giriyorum. Asfaltı deterjanla yıkamışlar, suyu son anda görüyorum, frene dokunamıyorum, virajı alabilmek için bisikleti yatırıyorum, bir daha kaldıramıyorum. Bu kadar yumuşak bir düşüş tecrübem olmadı hiç. O kadar hızlı doğruluyorum ki, yerle temas edenin sadece bisiklet olduğunu bile düşünüyorum. Ezilmiş gidonu düzeltiyorum, plastik parçayı yerine yerleştiriyorum, alyanı çıkarıp seleyi düzeltiyorum, arka farı takıyorum, nereye ait olduklarını bilemediğim parçaları arka cebime dolduruyorum, atan zinciri takıyorum, lastikleri kontrol ediyorum, 3 metre ilerimde oturduğu yerden mal gibi beni seyreden ahaliyi selamlayıp aynı hızla olay mahallinden uzaklaşıyorum.

Artık bacaklarım koşunun bittiğinin, yeni bir aktivitenin başladığının farkındalar ve isyanda… Topuğum ağrıyor, kasığım çekiyor, sol quadım ve her iki dizim ağrıyor, shin splints başlamadı ama habercisi olarak incik kemiğim sızlıyor. Yere hiç temas etmediğini sandığım sol bacağım yavaş yavaş şişiyor, kenarları yeşeriyor, ortası kızarıyor. 20x10cm lik şişkinliğin gelişimini bisiklet üzerinde izlerken önce yol kenarında ki mıcıra sonra çalılıklara girip kendime geliyorum.

Düşük vites yüksek kadansta ağrım yok ama en ufak bir zorlamada krampların ardı arkası kesilmiyor. Kozbeyli rampalarını tırmanırken en düşük vitesteyim, yine de karşıdan esen rüzgârın da etkisiyle sol kasığıma, ayakta pedal basarsam dizime sancı giriyor. Ayak parmaklarımdan popoma kadar sol bacağımda ve her iki dizimde acıyı hissetmediğim tek bir santimetrekare yok. Yine de rampaları beraber çıktığım biri durumumu bilmesine rağmen “performansın çok düşük bugün” diyor bana. Yusuf Bey’in ağzından şaka gibi geliyordu ama burada beni gerçekten android sananlar var galiba.