5 Eylül 2016 Pazartesi

Çanakkale Boğaz Yarışı 2016 Nasıl Geçilemedi


Çanakkale Boğazını 4. Kez geçeceğim. İlk yılki 3. duba hezimetini saymazsak, tecrübelerim bu boğazın zor olmadığını, doğru kerteriz ile benim gibi çok hızlı olmayan ortalama bir yüzücünün 65-75 dakika arası finishe varabileceğini gösteriyor.

Şunu belirtmeliyim ki bu boğaz, acayip hırslarınız yoksa, ilk önce anten, sonra bayrak direği, sonra stat direği ve  en son finish noktası kerterizi ile gayet rahat bitebilen bir parkur. Benim tezim, karaya tekne ile çıkanlar, yüzme tekniği hatalı olanlar ya da yeterince tempolu yüzemeyenler değil, kürsüye çıkabilme ya da önceki derecelerini dramatik bir şekilde iyileştirme beklentisi ile suya girenler ve standart kerteriz noktalarını atlayarak kendi stratejilerini yaratanlardır. Tıpkı benim gibi…

Son iki yıl farklı hikâyelerle de olsa 1 saat 5 dakikada boğazı tamamlayınca farklı bir strateji izlemediğim takdirde (adam gibi antrenman yaparak hızlanmak söz konusu bile değil tabi ki) 1 saatin altına inmenin mümkün olmayacağına inanıyorum. (Hatta o kadar şımardım ki, bize brifinglerde söylenen, finishe 500mt kala sizi boğaz çıkışına sürükleyen şiddetli akıntının varlığını bile inkar edecek noktadayım.) Özellikle yüzme antrenmanlarımın ayda 4 lere düştüğü bu yıl, performansımla daha iyi bir derece elde etmenin imkânsız olduğunu bilerek,  2016 Çanakkale Boğazı denememde, benim gibi yavaş ve antrenmansız bir yüzücü için oldukça riskli, agresif bir rota belirliyorum.

Yarışa anten yerine, anten ile bayrak arasında bir noktayı kerteriz alarak başlıyorum. 800mt kadar bu noktaya doğru yüzüp, geldiğim noktaya göre bayrak ya da stat direği olacak şekilde yeniden kerteriz belirlemek hedefim. Gidebildiğimiz kadar Nazımla birlikte gideceğiz diye kararlaştırıyoruz. Ekim 2015’de Kaş 6000m yi yüzerken de aynı şekilde başlamıştık ama 20 kulaç olmadan aramızda ki mesafe açılınca ben Nazıma veda etmiştim. Nazımı çok uzun süre arkamda görünce ne yalan söyliyim, “aman Allahım çok yavaşlamışım” diye düşünmekten kendimi alamıyorum. 

Bu yıl hava çok güzel, rüzgâr tam arkadan geliyor, dalga yok, akıntılar yer değiştirmiş, haberimiz de yok. Kolumda saat olmadığı için 800mt yi anlamak için 8x100 kulaç saymak iyi bir fikirmiş gibi geliyor. Değilmiş… Bir süre sonra insan dalıyor, saymayı unutuyor, 100 olmuştur diyor, iyice saçmalıyor. Tempomun geçen yıldan daha yavaş olduğu paniği de eklenince saymayı bırakıp direk bayrak direğine dönüyorum. Yanı başımda bir teknenin dolanmasından bir şeyleri doğru yapmadığımı anlamam gerekiyor aslında ama nasıl bir özgüvense her şey kontrolüm altında sanıyorum. Tekne gelip gidip bayrak direğine dön diyor. Ben bu arada çoktan stat direklerine dönmüşüm bile. Bir korkup bayrak direğine, bir zamanın geldiğini düşünerek stat direğine döne döne ilerliyorum.

Bu boğazı geçen ve geçmek isteyen herkes bilir ki “DUR YOLCU” hizasına geldiğinizde finish i tam karşınızda görmeniz gerekiyor zira bu noktada sizi boğazın dışına atacak akıntı güçleniyor. (brifinglerde söylenen tam olarak buymuş; eğer finish çizgisinin tam olarak 90derece karşısındaysanız, bu akıntı sizin için tehlike oluşturmuyor çünkü akıntı kanalını geçmiş bulunuyorsunuz) Bense bu noktaya geldiğimde neredeyse Yüzbaşı Tahir Bey anıtı önünden sahile çıkacak kadar yakınım Eceabat'a. Hala bir sorun yaşadığımı düşünmememe rağmen (ye evet, tekne gidip gelip bayrak direğine yüz diyor, ben hızla yüzmemiz gereken rotanın sınırlarını belirleyen balıkçı teknelerine doğru sürükleniyorum, dur yolcu hizasındaydım ve hala finish i karşımda göremiyorum ama nasıl bir öz güvense hala her şeyin kontrolüm altında olduğuna inanıyorum) daha güçlü kulaç atmaya gayret ederek tempomu arttırıyorum. Bu noktadan sonra her şey çok hızlı ilerliyor.

Önceki yıllarda konuştuğum kişilerden, karaya çok yaklaşarak, akıntının azaldığı kıyı şeridinden finishe yüzülebildiğini öğrenmiştim. Stratejimizi bu bilgiye dayanarak yapmış, akıntıyı arkaya alarak hızlı bir şekilde çimenlik kalesi önüne kadar gelmeyi, burada ters akıntının azaltığı kıyıya çok yaklaşarak finishe yüzmeyi planlamıştık. Çimenlik Kalesinin hizasında bir türlü ilerlemediğimi fark edince akıntının bu noktada kuvvetlendiğini anlıyorum. Akıntının azaldığı kıyı şeridine ulaşmak için finish i bırakıp karaya doğru yüzüyorum ama altımda hızla hareket eden plankton ve yosunlar akıntının kuvveti hakkında fikir veriyor. Bu yılki akıntının yönü ve kuvvetinin önceki yıllardan farklı olduğunu ancak o zaman anlıyorum. Doğru kerterizle rahat rahat yüzülebilen Çanakkale boğazı, tempoma uygun olmayan yanlış bir strateji ile kâbusa dönüşüyor. 50 dakika boyunca akıntı ile mücadele etmekten o kadar yorgun düşüyorum ki daha fazla mücadele etmekten vazgeçip en yakındaki tekneyi çağırarak karaya "V.I.P" desteğiyle çıkıyorum. 





14 Temmuz 2016 Perşembe

TYF-DTO İzmir Açıksu Yüzme Şampiyonası 2016


Ben yüzmeye başlayalı ne kadar oldu diye düşünüyorum. Yüzmeyi öğrenmem değil de, yarışacak kadar kendime güvenmem 2013 deki ilk triatlon yarışımdan sonra vuku buluyor. Nice zaman sonra, o yarışta sudan ikinci çıkmamın aslında benim yüzmeye olan yeteneğimden kaynaklanmadığını, triatletlerin çoğunun yüzmede başarısız olması nedeniyle aralarında parlamış olmamdan ibaret olduğunu fark ediyorum. Neyse ki bu aydınlanma anına kadar çok iyi yüzdüğüme inanarak epey risk alıyor, bulduğum bütün yarışlara katılıyor ve az da olsa ilerleme kaydediyorum.

Aslında ne kadar berbat bir yüzücü olduğumu anlamam için evren bana gereken mesajları gönderiyor zaman zaman ama ben anlamamakta direniyorum. İlk mesaj, hatalarımızı görüp düzeltmek üzere İstanbul’dan davet ettiğimiz antrenörden geliyor: 8 kişiyiz, hepimiz birlikte yüzüyoruz, o seyrediyor. 10 dakika sonunda, hepimizin yaptığı ortak hatadan bahsettikten sonra, tekniği gerçekten çok, çok ama çok kötü olan bir arkadaş ile beraber benim de yüzmemin problemli olduğunu söylüyor. Diğer arkadaşın defalarca videosunu çekiyor, hatalarını söylüyor, düzeltmesi için tekrar tekrar yüzdürüyor ama bana hatamın nerede olduğunu bile söylemiyor. Belki de bu yüzden, pek ciddiye almıyorum. Ben iyiyim, o yanıldı sanıyorum…

2015 Şubatında ne kadar güzel yüzdüğümü görmek için kendi video mu çekiyorum. Swimsmooth sitesinde hatalı yüzme teknikleri ile ilgili videolar var, sanki o yanlış tekniklerin hepsini bir arada göstermek amacıyla yüzmüş gibiyim. O kadar kötü bir teknikle karşılaşıyorum ki utançtan aylarca havuza girmeye cesaret edemiyorum. Oysa ben suda Michael Phelps gibi göründüğümü sanıyordum.

6 ay sonra, Çanakkale Boğaz yarışından 1.5 ay önce tekrar suya gitmeye cesaret ediyor ve ÜStün Hoca ile çalışmak üzere Fatih Kolejinin havuzunu kullanıyorum. Bütün takım iki kulvarı paylaşmış, ben üçüncü kulvardayım. Biraz ısındıran sonra Üstün Hocadan birşeyler söylemesini bekliyorum. Gidip gelip şimdi ne yapayım diye sormasam antrenörle çalışıyor gibi değilim.  İlk hafta ses çıkarmadan tek başıma yüzüyorum en nihayetinde Üstün Hoca ağzındaki baklayı çıkarıyor: sen takıl orda, bu kulvarda ezilirsin!

Yüzme Federasyonu’nun Foça’da düzenlediği Açık Su Yüzme Şampiyonası’na katıldığımda son mesaj da geliyor. İlk kez federasyonun bir yarışına katılacağımdan, kayıt yaptırmadan önce en az benim kadar yavaş başka yüzücülerin de olacağından emin oluyorum. Yaş grupları 2500m yüzecekti ama yarış başlamadan önce üç duba ile belirenmiş yarış rotasının 1000m olduğu ve iki tur döneceğimiz söyleniyor. Çok yavaş yüzdüğümü düşünmüyorum, en azından Kaş-Meis de ya da kaş361 6000m de olduğu gibi, sadece bitirmeyi hedef alarak, antrenman hızında yüzmediğimi söyleyebilirim. Bizden 5 dakika erken başlamalarına rağmen 5 tane erkek geçiyorum ama suda hiç kadın yarışmacı görmediğim için sonuncu olduğum fikrinden kurtulamıyorum. Botlardan birinin sürekli peşimden gelmesinin etkisi de büyük. Sudan çıkarken beşincisin diyorlar. Yaş grubunda 5 kadın vardı, yaş grubumda sonuncu olduğumu sanıyorum.

1 saat sonra sonuçlar açıklanıyor: 46:45 derece ile yaş grubunda birinci, kadınlar genel klasmanda 5. yim. Sevinemiyorum bile! 2000mt yi 46 dakikada yüzmek ancak arada sırada suya dalıp dipten kum çıkarmak, durup etrafa el sallamak, sırt üstü yatıp dinlenmekle mümkün olur. Bunların hiç birini yapmadığıma göre gerçeği kabul etmem gerek: ben berbat bir yüzücüyüm. 



8 Haziran 2016 Çarşamba

Kaş - Meis 2016


Kaş Meis çok uzun zamandır katılmak istediğim bir yarış, niye bu kadar erteledim bilmiyorum. Akıntısı olmayan, kerterizi kolay bir yarış ama çok uzun, çookkkkkkk uzun…

Yeterince antrenman yapmamış olabilirim ama yeterince nedir? Mutlaka sizden daha fazla suya girmiş birileri olacaktır, bu durumda sizin ki hep yetersiz antrenman mıdır? Uzun bir kış uykusundan sonra yarışa 6 hafta kala hazırlanmaya başlıyorum. Haftada bazen iki, bazen bir, nadiren üç antrenman yapıyorum. Yarışa kadar bir adet 4000m, üç-dört tane 3600-3800mt yapıyorum. Bunların her biri ısınma, drill, main set şeklinde; durmadan yüzdüğüm hiç bir antrenmanım yok.

Yeterli mi? Hedefiniz bitirmekse yeterli. Daha önce bu mesafeyi hiç yüzmediyseniz ve hedefiniz acısız bitirmekse antrenmanlara daha erken başlayıp (mümkünse hiç ara vermeyip) yarışa kadar çok daha fazla 4000-5000mt ler yüzmekte fayda var.  Çok iddialıysanız, kürsü beklentiniz var ve rakipleriniz kuvvetli ise, süre hedefiniz varsa, bir önceki yıla göre dramatik bir iyileşme bekliyorsanız yetmeyebilir.

Her yarışa bir macera sığdırma halimden vazgeçmeyip, bu yarıştan önce hiçbir sebebi yokken bir hafta boyunca şınav çekiyorum. Haftanın 5-6 günü spor salonuna giderim ama şınav çekmişliğim hiç yoktur. Niye böyle bir sevdaya kapıldığımı bilmiyorum. Kaş'a vardığım ilk günün akşamı omuzlarımda ve kollarımda sızlama hissedene kadar yaptığım işin saçmalığını ayamıyorum.

Yarış sabahı bizi Meis’e götürecek olan feribotların önünde toplanıyoruz. İsimler okunuyor, ismi okunan, gösterilen feribota biniyor. Burası çok önemli; istediğiniz feribotu seçemiyorsunuz. Hal böyle olunca arkadaşınızla aynı feribota binemiyor ve güneş kremleri, vazelinler, muzlar, sular, arkadaşınızla ortak aldığınız ne varsa sizde ya da arkadaşınızda kalabiliyor.

Bu yarış için hiçbir hedefim yada tahmini bir sürem yok ama Serhat’ın var. Feribot Meis’e yanaşırken bir kadın Serhat’ın hedefini soruyor. Bir önceki yıl derecesi 3:15. Bu yıl çok iyi antrenman yaptılar, iddialılar: 2:30 diyor gururlanarak. Kadın donuk donuk bakıyor, “ha, siz yüzücü değilsiniz herhalde” diyor. “Beğendiremedik kadına dereceyi” diye söyleniyor Serhat. Allahım yüzücü gibi görünmek için nasıl bir sürede bitirmek gerekiyor bu yarışı?

Bazıları yüzerken rahat rahat tuvalet ihtiyacını giderebiliyor, ben gideremeyenlerdenim. Yarışın başlamasını duvarın üzerinde oturarak bekliyorum. 5 dakika düdüğü çalınca planım gözlüğü temizleyip tuvalet işini halletmek ve start noktasına dönmek ama evdeki hesap çarşıya uymuyor. Düt diyor düdük, ben boneyi kafama geçirirken insanlar sapır sapır suya atlıyor. Yarış başlamış bile…



Kerterizi en kolay yarışlardan biri bu; finish noktasına ulaşmak için tam karşınızda ki dağda, hörgüç şeklindeki çıkıntıya dümdüz yüzüyoruz. Bazı forum sitelerinde ada çıkışında sol tarafınızdaki burna fazla yaklaşmayın ters akıntı var diyorlardı ama ben o akıntıyı vardıysa da hissetmiyorum. Farklı hava koşullarında akıntıların yönü ve şiddeti değişebiliyor. Şimdilik tek sorunum yarışa bir hafta kala çektiğim şınavlar yüzünden omuzlarımın sızlaması.

Benim akıntıyı hissettiğim ilk yer burnun ucu oluyor. Aynı anda başlayan dalgalar da yönümü değiştirdiğinden, finish noktasının sağına düştüğümü fark etsem de akıntının yönünü bu noktada tam olarak kestiremiyorum.

Sık sık karşı dağdan kerteriz alarak ilerlememe ve dümdüz gittiğimi sanmama rağmen ilk sarı dubanın tam karşısına düşüyorum. Halbuki limandan ayrılırken sarı dubaların fazla solda kaldığını (meis ten kaşa gidiş istikametinde) görüp dubaları solumda bırakarak finish e gelmeyi planlamıştım. Bu nedenle yarış sırasında anlamasam da bir yerlerde bizi Çukurbağ yarımadasına sürükleyen bir akıntı olduğunu düşünüyorum. ilk dubaya yaklaştığımda kerteriz artık tam karşıda değil, hafif sağda kalıyor.


İlk dubanın finishe 3000mt uzaklıkta olduğunu biliyorum ancak benim 1-1.5 saat daha yüzecek mecalim yok. Daha yarışa başlarken yorgundum, ilk dubaya yaklaşırken en fazla 1000mt daha yüzebilecek enerjim olduğunu düşünüyorum. Gerisi işkence olacak…

Oluyor da… 3000mt boyunca arka kolum, ön kolum, omuzum, sırtımdaki bütün kaslar acıyor, elim uyuşuyor, parmaklarıma kasılıyor. Son 2000mt de herhangi bir tekniğim olduğunu düşünmüyorum. Şu spor salonunda yüzmesini komik bulduğum insanlardan bile daha korkunç görünüyor olmalıyım. Dönünce onlardan özür dilemeliyim. Ama düzeltmeye çalışmıyorum, rutinin dışına çıktığım en ufak bir kas hareketi krampa sebep oluyor. 7500mt boyunca kramp hiç girmiyor ama son 2000mt de varlığını sürekli hissettiriyor. Daha fazla antrenman yapmalıydım, daha fazla uzun mesafe yüzmeliydim.

Koyun içinde bizi finish noktasının sağına atan kuvvetli bir akıntı olduğunu 3. Dubayı hiç görmememden anlıyorum. Sadece 3. Duba değil, finish noktası da solda kalıyor. Organizasyon bu akıntıyı hesaplayarak mı dubaları olması gerekenden daha sola koyuyor acaba? Denizin dibi görünür olduğunda akıntının kuvvetini daha net anlıyorum. Kaş Meis’i ikinci kez denersem, tek değiştirmek istediğim koyun içine girdiğimde finish e doğru değil hafif soluna doğru yüzmek olacak.

İlk Kaş Meis denemem 2:50 ile sonuçlanıyor, nasıl oluyorsa yaş grubunda bana ikincilik getiriyor. Daha çok antrenman yapsaydım daha kısa sürede biter miydi bilmiyorum sonuçta herkesin bir oluru var, benim kide bu. Ama yorulmadan bitirmeyi isterdim ve bunun ancak daha fazla antrenmanla mümkün olacağını biliyorum.

Yaş ilerledikçe yavaşlıyorum ama ben hep antrenman eksikliğinden diyorum, yavaşladıkça mesafeleri uzatıyorum ve her seferinde daha çok yoruluyorum.

20 Mayıs 2015 Çarşamba

Benim annem de herkesin annesi gibi...

Üniversite son sınıftayım. Aynı yıl İzmir Devlet Tiyatrosuna yevmiyeli sanatçı olarak girdim. Daha havalı diye bu tanımı kullanıyorum ama bilinen adıyla figüran kadrosu. 

Turneye çıktık, Ankara'dayız. Otele yerleşir yerleşmez bir gurup arkadaş yakınlarda bir kafeye gittik. Kafenin telefonu çalıyor, annemi anlatmışım belli ki birilerine "nur annen arıyor" diye takılıyorlar. Kekerek kikirik gülüyorlar. Ben gülmüyorum çünkü arayan annemse şaşırmam.

Otobüs şirketlerinin kendilerine ait mola tesislerinin olmadığı dönemler. İzmir'e dönüş yolunda iptidai bir tesiste duruyor otobüs. Bir otobüs dolusu insanın içine dalıyor bir çalışan, benim adımı seslenerek. Alıyor beni, ankesörlü telefona götürüyor "sizi arıyorlar" diye. "yok artık" diyorum inanmayarak, gülüyorum bizimkilerin şakası diye. Yok şaka değil, adam tutuşturuyor ahizeyi elime. Alo diyorum, annem!

Ankara - İzmir yolu üzerindeki bütün tesisleri rehberden bulup arayarak ulaşıyor bana. Bu kadar çaba harcanıyorsa çok önemli bir haber olmalı. ı-ıh, nasılsın demek için aramış!


                                                                  -----O-----


80lerin sonu, 90ların başı. Babam ilaçlama pilotu. Yaza doğru tarlaları, ağaçları ilaçlamak üzere evden ayrılıyor. Her gidiş 3-4 ay sürüyor. Sabaha karşı 3 gibi kalkıp otelden ayrılıyor, erken başlıyor ilaçlama. Çalışma şartları ağır, yorucu. 

Annemin her zamanki gibi bir diyeceği var babama, oteli arıyor, babam çıkmış. Az beklese adam gelecek, konuşacaklar ama annemin tarzı bu değil. Rehberi açıyor, (o yıllar annemin  altın rehberle ilişkisi, şimdinin ergen-iphone ilişkisi gibi, simbiyotik!) Babamın kaldığı otelin adresini buluyor, sonra o sokakta bulunan ne kadar esnaf varsa birer birer arıyor, hani olur ya babam oralarda saçını kestiriyor, yemek yiyor olabilir diye. 

Babam akşam üstü yorgun argın işten dönüyor. Otelin sokağına girer girmez, bir esnaf kesiyor önünü, sizin hanım aradı diye. "Sağolasın" diyor babam iki adım atıyor, bir diğeri kafayı uzatıyor dükkandan "eşiniz sizi arıyordu" diye. Babam kafasını sallaya sallaya giderken, lokantası, berberi, bakkalı birer birer çıkıp "Bora Bey hanım sizi aradı" diyor. Her bilgiyle biraz daha sinirlenen babam alı al moru mor otele vardığında resepsiyon görevlisi elinde telefonla karşılıyor babamı, "eşiniz arıyor" 

Babam alıyor ahizeyi, dayıyor kulağına, daha annem diyeceğini diyemeden açıyor ağzını yumuyor gözünü " hay ben......"


6 Ocak 2015 Salı

Mavişehir Sports International Seviyesizlikte Sınır Tanımıyor

Mavişehir Sports International’a 2004 yılında üye olduğumda 3000 üyesi olduğu söyleniyordu. Salon aynı salon: O zamandan bu zamana, fitness aletleri ve serbest ağırlık ekipmanları, soyunma odaları dolapları, duş ve tuvalet alanları, hatta otopark kapasitesinde hiçbir artış olmasa da üye sayımız artık 7000 civarında.

Para gelecek beklentisi ile kaliteden sürekli ödün veren Sports International yönetimi, önüne kim gelirse üye yapmaya devam ediyor. Salon “spor salonu” kimliğini her geçen gün kaybederek, en seviyesizinden “sosyalleşme alanı” kimliğine bürünüyor. Üyeler arasında ki tartışmalarda kan gövdeyi götürüyor. Hırsızlık, taciz, fitness alanında aşırı kalabalıkla gelen yoğun ter kokusu, duş alanlarında ne ararsanız, saunada hönkürüp sümkürenler, jakuzide bağıra bağıra türkü çığıranlar… Yok yok!

İlk sıkıntılar bundan bir kaç yıl önceye tekabül ediyor: Üye sayısı ikiye katlanınca havlular yetmemeye başlıyor. Üye sayısına göre havlu sayısında artışa gidelim demektense, üyelere verilen havlu sayısında kısıtlamaya gidiliyor. Tabi bu kararın alınmasında, havluları çalarak berberine götüren, bunun karşılığında her hafta bedava traş olan üyelerimizin de katkısını göz ardı etmemek gerek :) Kişi başına düşen havlu sayısı azalınca üyeler çareyi birbirinin havlusunu çalmakta buluyor. Buhar odasından ya da havuzdan bir çıkıyorsunuz ki, sandalyeye bıraktığınız ya da askıya astığınız temiz havlunuz yerinde değil. (1,5 - 2 saatlik antrenman sonunda -şimdilik havuzu kullanma süresinde bir kısıtlama yok-, başınız dönerek havuzdan çıktığınızda, sandalyenizde oturulduğunu ya da suyunuzun içildiğini de görüyorsunuz ama şimdi konumuz bu değil!) Mayoyla, üzerinizden sular akarken, resepsiyon alanına gidip yeni havlu almaktan başka çareniz yok. Seyreyleyin manzarayı!

Bir gün soyunma odasına bir kadın giriyor havuz alanından, hemen arkasından “hanımefendi, hanımefendi, o terlikler sizin mi?” diye bağırarak başka bir kadın giriyor. Duymazlıktan geliyor kadın ama diğeri kolay pes etmiyor: “Bakın ayağınıza bile olmuyor, o terlikler benim” diyor. Gerçekten de topuklar açık ara dışarıda kalmış. Ama hanım epey pişkin çıkıyor: “Aaa sizin mi bunlar? Benim sarı terliklerimi gördünüz mü? Saunanın önünde çıkarmıştım, çıktığımda kendi terliklerimi göremedim”. Çünkü öyle yaparız, kendi terliklerimiz yoksa (eskimişse) gözümüze çarpan en güzel terliği giyer çıkarız :)

Sports’un saunası sabahın erken saatlerinde bir grup yaşlı zamparanın kullanımındadır. Artık aralarında nasıl sohbetler dönüyorsa, bir sabah amcalardan biri buhar odasına girer girmez, bir bayanın yakınında oturan iki kişi hemen kalkıyor ve içeri giren kişi onların kalktığı yere oturuyor. Kadıncağız değişim törenine bir anlam veremeden bakakalıyor. Uzun süredir üye olmanın ve o dönemlerde havuz alanını o saatlerde kullanıyor olmanın verdiği avantajla ben ne olduğunu biliyorum: evli, yaşlı ve zampara amcamız diğer üyelere o kadının sevgilisi olduğunu duyuruyor, o yüzden kadının haberi olmasa da, yanı, o muhterem zatta ayrılıyor :)

Bu saatlerde yalnız bir kadının havuz alanını kullanması çok tehlikeli. Nitekim oldukça güzel Rus bir kadın, görevli arkadaşın koruması eşliğinde (belli ki ona emanet edilmiş) kucağında bebeğiyle geliyor havuza. Görevlinin, eşyaları şezlonga bırakıp görev yerine gitmesiyle bizim kurtlardan biri yanında bitiyor kadının. Görevli arkadaş aynı hızla geri dönünce, sohbet başlamadan bitiyor. Kart zamparamız süklüm püklüm geriye, arkadaşlarının yanına dönüyor ve söyleniyor: “sanki bir şey yapacağız, hemen yanımıza geldi” Hayır, kendinden 35 yaş genç, yeni doğum yapmış bir kadını taciz etmeyi doğal sayan bu zihniyetin kafasında ki "daha kötü” resim ne ola ki?

Her gün buhar odasında, hep bir ağızdan söylenen türküler yabancı bir arkadaşı rahatsız ediyor ve şikâyette bulunuyor. (aslında hepimizi rahatız ediyor ama ben kendi adıma etliğe sütlüğe karışmamayı tercih edenlerdenim) Nasıl olduysa görevli içeri girip daha sessiz olmaları konusunda, gayet kibar bir üslupla, uyarıyor türkücüleri. Türküler o an için kesiliyor ama Türkçe bilmeyen üye, özür dilenmesi gereken yerde, kendisine "Alman köpeği" diye hakaret edildiğini anlamıyor. Yönetim, üye üyedir, üye paradır zihniyetiyle konunun üzerine gitmiyor, türküler hala devam ediyor…

Bu buhar odaları ve saunalar çok şenlikli, kapalı kapılar ardında olduğundan olsa gerek, en çok olayın vuku bulduğu yerler. Bir gün buhar odasında her 2 saniyede bir kuvvetlice burnundan ve genzinden nefes veren biriyle karşılaşıyorum. Sümkürme olayı çok itici geliyor. Ya sabır çekerek çıksam mı kalsam mı diye düşünürken adam çıkıyor. 5 dakika sonra saunaya girdiğimde, adamın eylemini orada sürdürdüğü görüyorum. Saunada, ben ve sümküren adam dışında, 35 yaşlarında iki adam daha var. Çıkan ses ve yapılan iş o kadar tiksindirici ki her türlü olay karşısında sessiz kalmayı tercih eden ben adamdan “sümkürecekseniz bunu dışarıda yapabilir misiniz?” diye ricada bulunuyorum ama bunu sorarken zaten adamın “a, tabi” deyip dışarı çıkacağını beklemiyorum. Tam da beklenen şekilde adam doğrulup "ne o rahatsız mı oldun?" diye soruyor. “Evet” diyorum. “Çık o zaman dışarı” diye tersleniyor ve sümkürmeye devam ediyor. Ben de saf saf “toplu kullanım alanında rahatsız olanın değil, rahatsız edenin çıkması gerekmez mi?” diyecek oluyorum ama asıl şoku saunada bulunan adamlardan birinin “hanımefendi ayıp ediyorsunuz” demesiyle yaşıyorum. Sanki saunada benden başka “hanım” varmış da muhatabı o olabilirmiş gibi önce etrafıma sonra inanmaz gözlerle adama bakıyor, diğer adamın hönkürmeleri eşliğinde susup oturuyorum.

Bir başka Sports International maceramı sabah 6 da yüzme antrenmanı için geldiğimde yaşıyorum. Antrenman için ayrılmış iki kulvarda da ikişer kişiyiz. Benim kulvarımda ki kişi serbest gidip kurbağa döndüğü için her turda aramızdaki mesafe azalıyor. En nihayetinde geçmeye yelteniyorum. Genellikle erkekler, bir kadın tarafından geçilmeyi zor kabul ettiğinden, bu aşamada mutlaka hızlanırlar. Bu çok alışık olduğumuz bir tablodur. Kurbağa yüzen bir adam ne kadar hızlansa da serbest yüzeni geçemeyeceğinden farklı bir taktik uyguluyor. Yanından geçerken hem tekme hem de yumruk ile vurmaya başlıyor. Normal bir kurbağa yüzmede beklenmeyecek kadar seri yumrukları önce başıma, sonra omzuma, göğsüme ve bacağıma geliyor. Tekmeleri ise böğrüme ve bacağıma... Yan yana geçişlerde teknik bozukluğundan kolların çarpması olağandır ama can acıtan bir yumruğun basit bir “yanlışlıkla çarpma” olmadığını pekâlâ bilirsiniz. Tehlike anında beyin, mevcut durumu tartarak "saldır ya da kaç" komutlarından birini verir ya, adamı geçip diğer yöne yüzmeye başladığımda, testosteron eksikliğinden olsa gerek, benim beyin "kaç" diyor. Geçilmeyi hazmedemeyen adam, birkaç saniye bekleyip yüzmeye başlaması gerekirken hemen arkamdan geliyor ve beni geçecek kadar hızlı olmadığından kulaçlarıyla bacaklarıma vurmak suretiyle tacize başlıyor. Geri dönüşte daha yavaş ilerlerim ve rahatça beni geçer umudu ile sırt üstü yüzüyorum. Ne zaman ki, yanımdaki bomboş kulvarı kullanarak rahat rahat beni geçeceği yerde ayakucuma yapışıp kollarını bacaklarımın arasına daldırmaya başlıyor, benim amigdala, komutu "saldır" olarak değiştiriyor. Havuzun orta yerinde durup olanca kuvvetimle adamı omuzlarından itiyorum. Kendisini geçmeye cüret eden bir kadına haddini nasıl bildireceğini, nasıl taciz edip havuzdan çıkartacağını bilemeyen bay testosteron yüzmeye başladığımızda yine eline koluna hakim olamıyor. Elinde olsa boğuverecek beni oracıkta. Artık dayanamayıp bağırıyorum adama yeter diye. Havuz görevlisi ne oluyor diye soruyor, “yumrukluyor, tekme atıyor, ellemedik yerimi bırakmadı” diyorum. Diğer kulvardaki adamdan benle yer değiştirmesini rica ediyor ama adam ben burada rahatım geçmem oraya diyor. Biz bir kulvarda üç kişi yüzerken, geçilmeyi hazmedemeyen adam tek başına kalıyor. “Bu mudur yani?” diyorum. En çok çemkiren mi kazanıyor? Tekme tokat girince, taciz edince kulvar ona mı kalıyor? Evet! Sports Intenatonal kuralları böyle: Hani şu otobüs ve dolmuşlarda kadınları taciz edip, bir şey dendiğinde avaz avaz bağırarak kadını sindiren adamlar gibi, o kazanıyor!

Personel, yöneticiler müdahale etmediği için kendilerinin arada kaldıklarını söyleyerek, duruma sesiz kalıyor. Bu konuda haklı olduklarını biliyorum. Geçen yıl havuzun yarısı bomboş dururken, antrenman yapanları “burada su jimnastiği yapılacak” diyerek havuzdan çıkarıyorlar. Bülent Bey “şu anda çok işim var gelemem” diyerek müdahale etmemeyi uygun görünce kendisine, üyeler havuza sığmıyorsa belki de artık üye alımına bir dur demek zamanı gelmiştir özetinde bir şikayet notu yazıyorum. Tek değişiklik öğlen saatinde havuzun antrenmana kapalı olacağını duyuran bir yazı oluyor :)

Folkart Carrera Aralık 2014 de Bayraklı'da hizmete giriyor. Açık ve kapalı havuzu, kardiyo ve fitness aletleri, spinning, pilates vs seansları ile bugüne kadar rakipsiz olan Sports International'ın tutumunda değişiklik yaratır mı diye düşünüyorum. Sanırım yaratır: Salonu spor amaçlı kullanan ve yönetim tarafından ikinci sınıf üye muamelesi gören kaliteli üyeler Carrera ya kaçar. Bize ise salonu sosyalleşme(!) amacıyla kullanan, sporcu zihniyetinden uzak, şikayet edene hakaret eden, havuzda geçilince kadın olmasına dahi aldırmadan yumruklamaktan çekinmeyen, yüzerken çarptım ayağına kadınlara sarkıntılık eden, kızdığı üyenin arabasını intikam duygusuyla otoparkta çiziveren, havuz alanında kadınları taciz eden, hönküren, sümküren, tüküren üyeler kalır! 


5 Eylül 2014 Cuma

Çanakkale Boğaz Yarışı 2014

Bu yıl Çanakkale yarışına katılırken geçen seneden daha hazır değilim. Hatta Mavişehir Sports International ‘ın “spor yapan” üyelerine yaşattığı zorluklar sonucunda, son derece antrenmansız ve dolayısıyla  daha yavaşım.

Yine de ısrarla bu yarışı tekrar ederken aklımda iki şey var: birincisi; bu yıl, yöneticiler sarı dubanın solundan geçmeye zorlasalar bile, ben burnumun dikine yani dosdoğru antene yüzeceğim. ikincisi; ne olursa olsun, nereye gidiyorum diye etrafıma bakmak için, çipi bileğime sarmak için, sonuncu muyum diye kontrol etmek için ya da kalabalığın darbelerinden kaçmak için asla durmayacağım. Yüzme performansıma güvenemesem de, sadece bu ikisinin bile bana geçen yıla göre 20 dakikalık bir avantaj sağlayacağına inanarak yarış stratejimi belirliyorum.

Bu yıl 30 Ağustos, yani yarış, Cumartesi gününe geliyor. Cuma günü, öğleden sonra Çanakkele’de olacak ve direk brifing alanına gidecek şekilde yola çıkıyorum. Çanakkaleye varmamıza 2 saat kala yarışın, hava koşulları sebebiyle pazartesi gününe ertelendiğini öğreniyorum. İlk kararım, Pazartesi gününe kadar Çanakkalede kalmak. Daha sonra, kimseyi tanımadığım Çanakkale’de 3 gün vakit geçiremeyeceğimi düşünerek, brifingden sonra İzmir’e dönüp, Pazar akşamı tekrar Çanakkale’ye gelmeye karar veriyorum.

Brifing sırasında sporcular, daha önce de kötü hava şartlarında yarışın yapıldığını söylüyor  ama yönetim, asıl tehlikenin yüzmekten ziyade, dalga boyundan dolayı, tekneye çıkmak isteyen yüzücülere teknelerin yaklaşamayacak olması diyor. Yarışanların yarısının güçlü akıntı sebebiyle kıyıya tekneyle geldiği düşünülürse bu ciddi bir sıkıntı olabilir.

Orada bulunan sporcuların hiçbirinin geri dönmeye niyetli olmadığını fark edip tekrar tekrar fikrimi değiştirmeme rağmen, geldikten 3 saat sonra, çantamda yarış için verilen bonem, t-shirtüm ve sahip olduğum  en pahalı havlumla, yarışa katılmamak üzere İzmir’e dönüyorum. 

Pazar günü Sports International’ın terasında güneşlenirken kurtlanıyorum. Bu yarışa katılmayı bir yıl daha bekleyemeyecek kadar çok istediğimi fark ediyorum. Son kez Çanakkale Rotary’yi arayıp, yarışın iptal edilme ihtimali olup olmadığını öğrendikten sonra yola çıkıyorum.

Yarış sabahı Çanakkale de pırıl pırıl bir hava var. Sabah Eceabat’a iki feribot kalkacak deniyor ama geçen yıla göre katılımın neredeyse yarı yarıya düşmüş olması sebebiyle tek feribot rahat rahat yetiyor.

Start düdüğü çaldığında önceden belirlediğim stratejime bağlı kalarak uzun bir süre kıyıda kalarak kalabalığın uzaklaşmasını bekliyorum. Geçen yıl yaptığım gibi hangi noktadan suya girsem, nerede yüzmeye başlasam diye oyalanmadan koşarak suya girip hemen yüzmeye başlıyorum. Bu sefer dosdoğru antene… Geçen yıl ki 1.38 lik süremi doğru kerteriz noktaları ile 20 dakika kısaltacağımı düşünüyorum

Önce anteni, sonra bayrak direğini kerteriz almama rağmen yüzerken hep bir endişem var: bayrak direğine erken yönelirsem akıntı beni boğazın ağzına atmadan boğazın orta yerine ulaşamayacağım. Çanakkale Boğaz yarışına ilk kez katılan sporcuların ilk öğrendiği “Boğazın Eceabat kıyısında yazan Dur Yolcu yazısı hizasına geldiğinizde finiş noktasının karşısında olmalısınız” dır. Hiç oyalanmadan yüzmeme rağmen arkamda “Dur Yolcu” yazısını gördüğümde hala finish alanının tam karşısında olmadığımı, boğazın çıkışına daha yakın olduğumu sanıyorum. Suyun içinde, açık suda, kerteriz almak bu yüzden zor. Bulunduğunuz yerden hangi noktaya baksanız tam karşısında olduğunuzu sanıyorsunuz.

Bir yandan geçen yıldakinden çok daha disiplinli yüzdüğümü, bu yüzden geçen yıl başardığım bir şeyi bu yıl başaramama ihtimalim olmadığını kendime sık sık hatırlatarak elimden geldiğince hızlı yüzmeye devam ediyorum. Stat direklerini kerteriz alarak yüzmeye başladığımda hala doğru yerde olmadığımı sanırken finish alanına doğru yüzmeye çalışan iki kişi geliyor yanıma. Önce finish alanı için erken olduğunu düşünüyorum. Kısa bir süre sonra geç bile kaldığımı anlayarak hedefi direk finish e çeviriyorum.


Bana göre bu yarışın en hayal kırıklığı yaratan kısmı, gücünüzün yavaş yavaş tükenmeye başladığı son 100m de akıntının sizi açığa atması. O son 100 metre ne kadar çırpınırsanız çırpının bir türlü karaya varamıyorsunuz. Dalganın ve rüzgarın olmadığı bu yarış geçen yıla göre o kadar kolay, o kadar kısa sürede bitiyor ki, Çanakkale Boğazı ile ilgili tüm ezberimi bozuyor.

Dalgalı ve dalgasız denizde Çanakkale boğazı için yarış stratejisinin tamamen farklı olduğunu görüyorum. Kıyıdan yüzenlere baktığımda finish alanının fazla sağında kaldığımızı fark ediyorum. Kıyıdan yarışı izleyen bir arkadaşım sudan ilk çıkanların finish e sol taraftan geldiğini, daha sonra gelen herkesin sağdan geldiğini söylüyor. Sağdan çıkanlar akıntının gücünü kestiremeyip yayı gerektiğinden daha geniş alanlar. Ne var ki suya tekneyle çıkanlar, akıntının gücünü küçümseyip yayı gereğinden dar alanlar. Herkesin kendi güç ve hızına göre çizmesi gereken yay farklı olacaktır. Bunun için doğru kararı vermek ancak tecrübe ile mümkün.

Dalgasız deniz, tüm sporcular için, derecelere 10 dakikalık iyileşme olarak yansıyor. Sarı dubaların solundan geçmeden direk antene yüzmek ise benim dereceme 34 dakika olarak yansıyor. Bu yıl Çanakkale Boğazını, durgun havanın da etkisi ile 1 saat 04 dakikada geçiyorum. 

23 Haziran 2014 Pazartesi

Kaş 361 Yüzme Yarışı 2014 – 3000m

Ben triatlona hazırlanıyordum. Ya da hazırlanmıyordum ama Çeşme halk triatlonuna ikinci kez katılmak konusunda ısrarcıydım. Hatta sırf bu yüzden, Mayıs başında gittiğim İngiltere’den 5. gün apar topar dönüyorum ki yarışa kadar 1 hafta daha antrenman yapabileyim. Bütün kış yatıp, yarışa bir hafta kala bisiklet binince bir şey olunmayacağını bile bile…

Henüz uçaktan yeni inmişken Datça kış yüzme maratonunda tanıştığım arkadaşlarımdan Kaş yüzme yarışına katılıp katılmayacağımı soran bir mesaj alıyorum. Önce yok diyorum, “ben, aynı tarihte yapılacak olan Çeşme triatlonuna katılıyorum”. Fikir değiştirmem çok uzun sürmüyor. Uzun zamandır antrenmansızım. 1,5 saat sürecek bir yarışı elbette bitirebilirim ama geçen yıla göre oldukça kötü bir derece ile… Triatlona katılıp, hem koşuda, hem bisiklette, hem de yüzmede rezil olacağıma, yüzme maratonuna katılıp sadece suda rezil olmaya karar veriyorum.

15 Şubat Datça kış maratonundan sonra, bundan sonra 6000m yi denerim diye düşünmüştüm ama son 3 aydır toplam 5000m yüzmemiş olduğumu hesaplayınca riske girmiyorum. Son gün, 3000m yüzme yarışı için kaydımı yaptırıyorum.

İzmir - Kaş arasında tek ulaşım seçeneği olan Kamil Koç otobüs firması ile yaşanan rezalet ötesi bir yolculuk sonucunda "neyse ki hala yaşıyorum" tesellisi ile Kaş’a varıyorum.

Kaş 361, Macera Akademisi kuruluşu olan MCR RaceSetter organizasyonu. Hava şartlarının kötü olması sebebiyle yarışa başlama saati, son gün, sabah 11.00den 7.30a alınıyor.

Yarış öncesi kerteriz belirleyebilmek için mendireğin tepesine çıkıp bakınca 3000m için dönüş balonunun kıyıdan çok açıkta olduğunu düşünüyorum. O açıdan öyle görünüyordu! Açık su yarışlarının en eğlenceli yanı, özellikle ilk kez katılmışsanız nereyi kerteriz alacağınızı bilmeden bir bilinmeze doğru yüzüyor olmanız.

Start daha önce ki yarışlardan farklı olarak sahilden koşarak değil, liman içinde, yaklaşık 1.5-2mt yükseklikten suya atlayarak başlıyor. Ben en arkada bekliyorum, sıra bana geldiğinde bile çip noktasını geçmediğimden emin olacak bir şekilde durup bir süre suyu seyrediyorum. Hiç giresim yok: su soğuksa, birinin üzerine düşersem, biri benim üzerime düşerse, atlamanın etkisiyle gözlüğüm gözümden çıkarsa, gözlüğü atlarken elimle mi tutsam, atladıktan sonra mı taksam, buhar yapmasın diye tükürdüğüm gözlük camları kten sonra yıkama fırsatım olmadığı için gözlük bulanık gösterirse… “Hadi” diye bağırıyor biri. Su boşaldı atlayın artık!

İlk saniyede yaşadığım şok “dön arkanı, çık merdivenlerden” diyor, zira su Şubat ortasında yüzdüğümüz 16 C lik sudan da soğuk! Isınırım umuduyla uzun bir süre çırpınıyorum, ama ne mümkün. Meğer bu soğuk denizin altında bulunan soğuk su kaynaklarından geliyormuş. Parkur boyunca yer yer karşımıza çıkıyor. İyi de oluyor. Soğuktan bir an önce kurtulmak için hızlanıyorum. Onun dışında yarış, aman yorulmayım endişesi ile, kendimi hırpalamadan geçiyor. Yarışa son başlamanın avantajı kimse sizi geçmiyor. Sizin geçtiğiniz insanlar motivasyon sağlıyor.

3000m dönüş balonu sandığım gibi açıkta değilmiş. İlk başlarda boş yere açığa doğru yüzüyorum. Aslında kerteriz noktası, balonun hemen arkasında belirgin şekilde uzanan ve yüzerken çok rahat görünen bir dağ çıkıntısıymış. Çabuk toparlıyorum. Bu yarışlarda nedense son 500mt, toplam yüzülen mesafenin yarısından daha uzun gibi geliyor bana. Balona gelince, dönüş yapmadan önce, hemen yanında demirlemiş olan tekneye numaralarımızı söylüyoruz.

Dönüş kerterizi daha zor. Limanın ağzını karıştırıp açığa doğru yüzüyoruz çoğumuz. Etrafımızda güvenlik sebebiyle dolanan kanolar son ana kadar uyarmıyor bizi. Kanonun uyarmasıyla geniiiiş bir yay çizerek doğru yolu buluyorum. Limanın ağzına 200metre kala yavaşlayıp yakınımda yüzen kişinin sol kolunun altına yerleşip deryalinden faydalanmaya çalışıyorum. Bir süre sonra üzerime doğru yüzmeye başlıyor. Limanın içine girmek yerine açığa doğru gittiğini farkedince iyice yavaşlayıp deryalinden çıkıyorum. O finish noktasından giderek uzaklaşırken ben, içim mutlulukla dolu, hızla yoluma devam ediyorum. Buna rağmen merdivenlere metreler kala önüme geçmeyi başarıyor.

Bütün iyi yüzücüler 6000m ye katılmış olmalı ki 1 saat 12 dakikalık korkunç performansımla bile sudan 9. çıkıp, yaş grubunda 1.,  genel klasmanda 3. olmayı başarıyorum. Sadece ben değil bütün Datça arkadaşlarımla kürsüyü görüyoruz.



Yarış organizasyonunu gerçekleştiren Kaş361’in yarış koordinatörü Levent Topçu ile akşam karşılaştığımız zaman “ yarış süresince bir tekne ya da kano balon ile start /finish noktası arasında gidip gelsin ki ne tarafa yüzeceğimizi kestirebilelim” diyorum. “O zaman açık su yarışı olmasının ne anlamı var” diyor. Doğru söylüyor. Yarış biteli beri masada ki herkes yarı noktadan sonra hangi "yanlış" tarafa yüzdüğünü anlatıyor. Açık suda yüzebilmek kondisyon, güç ve hız kadar navigasyon, kerteriz alma, düz yüzebilme becerisi de gerektiriyor. Bizim gibi bu becerilerden yoksun olanlar uçsuz bucaksız mavilikte bir oraya bir buraya gidip geliyorlar!